İdeolojik Devlet Ritüellerine İnce Ayar !
Milli Eğitim Bakanlığının artık 19 Mayıslarda stadyumlarda gösteri ve etkinliklerin yapılmayacağına dair genelge yayınlaması ciddi şekilde gündem konusu oldu.
Bu zamana dek bomboş kulvarlarda at süren ve bu kulvarları kimseyle paylaşmayanlar, değişime direnenler, kendileri hariç herkesi gerici ve çıkarcı olarak niteleyenler hayli rahatsız oldu. Bu gelişmeyi karşı devrim hazırlıkları olarak nitelendirip eleştirmeye devam ediyorlar. Bazıları ise bu gelişmeyi, metazori ve yapay dayatmaların son bulduğu bir mücadele silsilesinin sembolü olarak niteliyor
Malumunuz bu tip ritüel kutlamalar, özellikle otoriter ve militarist rejimlerde her zaman büyük önem teşkil eder ve muktedirlerin vazgeçemedikleri arasındadır. 1930lu yılların Türkiyesinden birebir kopya edilerek gerçekleştirilen; stadyumlarda asker-sivil devlet büyüklerinin geçidiyle, şiirleriyle, marşlarıyla adeta bir eski SSCB, bir Çin halk cumhuriyeti, bir Kuzey Kore ve daha birçok diktatoryal devlette benzer bayramlarda görülenlerin eşi sayılabilecek benzerlikte icra edilen kutlamalara sınırlamalar getirildi. Tek tip kıyafetlerle uygun adım marşlarla zoraki törenlere iştirak ettirilen, ama kutlamaların organize edilmesinde hiçbir katkılarının alınmadığı fikri hür, dimağ pak, ideali yüksek gençlerimiz ve dahi öğretmenleri derin bir oh çekmiştir!
Yaşanması gerekiyordu yaşandı
Türkiye, birinci ile ikinci dünya savaşları arasındaki dönemde, totaliter ve solidarist rejimlerin tüm Ortadoğu ve Avrupanın bir kısmına hâkim olmaya başlamasıyla kendi payına düşeni aldı. Bu hâkim ideoloji neşv ü nemâ ettiği ülkelerde farklı şekilde hayat buldu
Genç Cumhuriyetimiz Kemalizm ile formatlanıp ideoloji devleti haline dönüştü
Devlet, her türlü şekilde bireylerinin kendileri adına karar alıp uygulamasının önüne geçmeye başladı
Bir milli liderin önderliğinde örgütlenen devlet kendi menfaat ve maslahatlarına paralel bir 'milli bir birlik' tesis etmeye çalıştı. Ekonomiden hukuka, siyasetten kültür ve sanata kadar her alanda uygulamaları ile herkesi, rekabet etmeyen aynı ulusal istikamete kitleyen bir ideal peşinde şekillendirmeye çabaladı.
1980 ihtilalinden sonra, özellikle tekrar çok partili siyasete geçişle birlikte, günümüze kadar totaliter sistemin belirleyici faktörü olarak gözüken Kemalizm ile verilen doğal mücadele hala sürüyor. Tüm dünyada olduğu gibi bu topraklarda da, benzer ideolojiler siyasi seferberlik güçlerini yitirmeye başladı. Toplumsal mühendislik projeleri de dikiş tutmadı. Küreselleşmenin etkileri ve kitle iletişim araçlarının sınır tanımaz kullanılırlığı, ilişkiler ve irtibatlar arasındaki tüm engellerin ortadan kalkmasını kolaylaştırdı.
Geniş bir yelpazeyi kapsayan çok boyutlu krizler ve sorunlar yaşansa da, totaliter yapıdan mütevellit ortaya çıkan siyasal sistemin tıkanıkları açıldığı anlarda, ideolojik devlet formatı ve metazori uygulamaları darbe üstüne darbe yemeye başladı
Bu değişimlerin devamı gelmeli. Daha önce defalarca gündeme gelip askıya alınan anayasa değişikliği bu sefer tali ve suni gündemler arasında kaynamamalı
Genelgelerle ve yasa değişikliği ile yeterli kalınmamalı. Çağdışı kalmış, uygulanabilirliği mümkün olmayan ve anayasal güvenceye sahip anlamsız ideolojik devlet dayatmaları da değişimden payını almalıdır.
Cari anayasada Devrim Yasaları olarak adlandırılan ve sekizi 174. maddesi tarafından koruma altına alınmış olan yasalar Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesinin hukuksal yansımaları olarak yansıtılmaktadır! Bu yasalar, 1920-1938 yılları arasında çıkartıldı. Bunların bir bölümü özel yasalar olarak, bir bölümü de mevzuatın (yürürlükteki yasaların) içinde çeşitli yasa maddeleri olarak yürürlüğe girdi. Şapka İktisası Hakkında Kanun; Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Birtakım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun; Beynelmilel Rakamların Kabulü Hakkında Kanun; Efendi, Bey, Paşa gibi Lakap ve Unvanların Kaldırıldığına Dair Kanun; Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun vb
Devrim kanunları, günümüzde görüldüğü gibi büyük bir kısmı kullanım dışı kalmıştır. Bu güne dek demoklesin kılıcı gibi tepemizde asılı duran, anayasal hüküm ile korunan ve çağdışı hale gelmiş bazı hususlar görmezden gelinmemelidir.
Bu millet her dem kendini yenilemekte, yeniden üretmekte ve bunun üstüne her gün bir değer koyarak büyütmektedir. Binlerce yıllık devlet geleneği ve hasbi devlet tecrübesinin genetik kodları tekrar çalıştırılmaya başlanmalı. Devlet Kurumlarında hâkim olan statükocu oligarşik zihniyet ile demokratikleşme ve özgürleşme konusunda baskın olmaya başlayan zihniyet arasındaki mücadele ısrarla sürdürülmelidir. Komitacılık- çetecilik adı altında sosyal doku ve bürokrasiye tüneyen mikrobik unsurların temizlenmesi kolay olmuyor.
Milletin hasletiyle devletin yapısı arasında denge özenle korunarak Türkiye kitabının güncelleştirilmesine devam edilmeli.
Karanlıklar içinden sezerek hakikati ortaya çıkaran düşünce, muhakkak sabra ve tecrübeye dayalıdır
Akıllı ve sabırlı olmalı, milli tecrübemize güvenmeliyiz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.