Asıl Fazilet
İslamın fazilet ölçülerinden biri şudur: "Fazilet o üstünlüktür ki, düşman bile onu kabul ve tasdik eder."
Bir insanın kendi (olan veya olmayan) faziletlerini sayıp dökmesi fazilet değil, faziletsizliktir.
Faziletli insan ben faziletliyim diye davul çalmaz, kendi reklamını yapmaz.
Dostların kabul ve itiraf ettikleri de asıl fazilet değildir.
Lakin düşmanların bir kısmı veya hepsi onun faziletli olduğu kabul, tasdik, ikrar, teslim ederlerse işte asıl fazilet odur.
Düşmanlar bir Müslümanın ardından şöyle konuşabilir:
Bu adam çift hörgüçlü deveyi hamuduyla yutar...
Yahut:
Bu adam gericidir, tutucudur, eski kafalıdır ama direk gibi dosdoğrudur. Büyük bir hazinem olsa ona emanet bırakmakta hiç tereddüt etmem.
Biz Müslümanlar faziletli olmak istiyorsak, kendimizden menkul ucuz fazilet edebiyatını bırakmalı ve düşmanlarımızı/karşıtlarımızı lehimizde konuşturabilmeliyiz.
İlmimizi, irfanımızı, kültürümüzü düşmanlarımız kabul etmeli.
Ahlakımızı, doğruluk ve dürüstlüğümüzü düşmanlarımız görmeli, kabul etmeli, hayran kalmalı.
Mürüvvetimizi, fütüvvetimizi (gönül yiğitliği), âlicenablığımızı, hikmetimizi onlar kabul etmeli.
Bizim için:
Onların inançlarını ve dünya görüşlerini paylaşmıyorum ama üstünlüklerini kabul ediyorum dedirtmeliyiz.
Biz böyle olabilirsek İslam'ın ve Müslümanların üstünlüğünü ispat etmiş oluruz.
Şayet:
Dinimiz yalan söylemeyi yasaklamış, biz ise yalan söylüyorsak.
Dinimiz emanetlere hıyanet etmeyi yasaklamış, biz ediyorsak.
Dinimiz, verilen sözün tutulmasını emr ediyor, biz vaatlerimizden dönüyorsak.
Dinimiz adaleti emr ediyor, biz zulm ediyorsak.
Dinimiz egoizmi yasaklıyor, biz bencillik sergiliyorsak.
Dinimiz faizi/ribayı haram kılmış, biz gırtlağımıza kadar ribaya batmış isek.
Dinimiz lüksü, israfı, sefahati yasak kılmış, biz ise bu necis çamurların içinde debeleniyorsak.
Dinimiz fakirlerin, açların, çıplakların imdadına koşmamızı emr ediyor, biz ise onlarla ilgilenmiyorsak.
Velhasıl dinimizin emirlerini yerine getirmiyor, yasaklarından uzak durmuyorsak.
Bir kısmımız:
Rüşvet alıp veriyorsa.
Haram kazanç elde edip, bunlarla zengin olup., bunları yiyorsa.
İhalelere fesat karıştırıyorsa.
Haram komisyonlar elde ediyorsa.
Emanetlere, işlere hıyanet ediyorsa.
İslam'ın kesin olarak yasakladığı yağcılığı, yalakalığı, dalkavukluğu yapıyorsa.
Ehliyetsiz yakınları, yandaşları kayırıyorsa...
İşte o zaman bizim arkamızdan "Bu sözde sofular çift hörgüçlü deveyi değil, üzerindeki maksureyle birlikte Hindistan filini bile yutar" derler.
Evet, faziletlerini sen söyleme, varsa onları düşmanların kabul ve ikrar etsin.
Ey fazilet-füruş, sus sus sus!... Sen sus, varsa faziletlerin lisan-ı hal ile konuşsun.
.
* (İkinci yazı)
Camileri Kadınlarla Doldurmak
İstanbul'da, 1400 yıllık İslam tarihinde görülmemiş bir "dinde yenilik" tecrübesi yapılıyor.
Camilere kadınları doldurmak.
Böyle bir yeniliği Kur'ana, Sünnete, Şeriata dayalı Ehl-i Sünnet Müslümanlığı kabul etmez.
Kadınlar elbette camilere gelebilirler, kendilerine ayrılmış yerlerde namaz kılarlar, vaaz ve Kur'an dinlerler. Ehl-i Sünnetin kadınlar camiye gelmeyecektir diye bir kuralı yoktur.
Lakin kadınların camilere gelmeleri bir ruhsattan ibarettir.
İsterlerse gelirler, istemezlerse gelmezler.
Dinimiz kadınların namazlarını evlerinde kılmalarının daha faziletli olduğunu beyan etmektedir.
Erkek Müslümanlara gelince:
Ehl-i Sünnet İslamlığı onların farz namazları cemaatle kılmasını emir ve tavsiye eder.
20 kadar şer'î özür dışında farz namazlar için camiye gelmezlerse, Hanefî mezhebine göre çok kuvvetli bir sünnet-i müekkedeyi, başka mezheplere göre farz derecesinde dinî bir emri terk etmiş olurlar.
Veliyyülemrin (Müslüman idarecinin), Müslüman halkı farz namazlarda camiye ve cemaate çağırması gerekir.
Farz namazlarda erkek Müslümanları camiye çağırmayıp kadınları çağırmak Kur'ana, Sünnete, Şeriata, fıkha uymayan ters bir uygulamadır.
Camileri kadınlarla doldurma "işini" hangi şahıslar, kurumlar çıkartmıştır?
Bundan amaçları nedir?
Yakın tarihte Adnan Menderes devrinde, onu takip eden çeşitli darbeler devrinde böyle bir "dinde yeniliğe" teşebbüs edilmedi de şimdi birdenbire niçin ediliyor?
Camilerin öncelikle erkek cemaatle doldurulması gerekmez mi?
Tesettürleri şer'î olmayan birtakım genç hanımları camilere doldurulmak fitne ve fesada sebebiyet vermez mi?
Diyanet'e son yıllarda beş bin kadın personel alındı; kadın müftü yardımcıları, kadın vaizeler... Hatta, büyük bir şehrimizin kadın müftü yardımcısı, esahhülkitab ba'de Kitabillah olan Sahih-i Buharî'de geçen bir hadis için "Peygambere söyletmişler..." dedi.
Camilere kadınları doldurmak işi dinde reform yapmak değil midir?
Geçen Ramazan'da Ankara'da Hacıbayram Camii'nde bir yatsı ve teravih namazında caminin içine erkekler alınmadı, sadece kadınlar alındı, bu maksatla dışarıdan vasıtalarla kadın cemaat getirildi. Bunun mânası nedir? Bu yapılanlar Ehl-i Sünnet Müslümanlığına uygun mudur?
Bu "işlerin" içyüzünü bilmek, öğrenmek istiyorum.
Avrupa Birliği...
Reformcu İlahiyatçılar...
Fazlurrahmancılar...
Müslümanlarla Diyalog yapmak isteyen Haçlılar...
Feministler...
Evet kimler var bu işin ardında?