Siyaset Ve Partilerde Azimet ve Ruhsat
Azimet ve ruhsat ne demektir?
Azimet farz veya haram olsun dinî hükümlerin aslî, normal ve tabiî olanıdır. Mesela namaz kılmak farzdır, leş yemek haramdır.
Bir de ruhsatlar vardır. Malum ruhsat, zorda ve darda kalan Müslümanı, zorluk ve darlık oranında genişlik ve rahatlığa kavuşturan geçici izinlerdir. Mesela ayakta namaz kılamayanın oturarak namaz kılması, acından ölecek hale gelen insanın ölmeyecek kadar leş etten yemesi gibi. Buna göre birinci örnekte kıyam – ayakta durma farzı, ikinci örnekte leş yemenin haram olması hükmü kaldırılmış olur.
Bir başka ifade ile azimet, İslâmî emir ve hükümlerini tam ve mükemmel olarak yerine getirme hususunda kesin irade kullanarak yapmaktır. Ancak bu hükmü tam ve mükemmel bir şekilde yerine getirmek mümkün olmazsa o zaman ruhsatları kullanmak gerekir.
Zaruretler haramların işlenmesini mübah kılar ve haram olmasını ortadan kaldırır. Su bulamadığından ölmek tehlikesiyle karşı karşıya kalan susuz, ölmeyecek kadar içki içebilir. Tedavi maksadıyla doktor, kadın ve erkeklerin avret yerlerine bakabilir. Böyle yapanlardan günah kalkar.
Zaruretler ve ruhsatlar ölçüsüz değildir elbette. Meselâ bir kimsenin malına tecavüz etmek haramdır. Aç kalıp da ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kalan bir kimse başkasının malını rızası olmasa da alıp yiyebilir. Bundan dolayı günahkâr olmaz ve sorguya çekilmez. Ancak sonra mal sahibine hakkını vermesi veya helâlleşmesi de gerekir.
Bizim parti bakımından bir önceki yazımızda anlattığımız azimettir. Buradan ötesi de zaruret ve ruhsat olur.
Nasıl mı?
İşin tabiî olanı, normal olanı, Müslümanların İslam Devletinin hakim olduğu bir İslam Toplumda İslam ahkamına, şeriatına, yasalarına göre yaşamalarıdır. Bir devlet İslam kanunlarını uygularsa o devlete “İslam Devleti” denir. Böyle bir devlet idaresinde yaşayan topluma da “İslam Toplumu” denir. Müslümanlar İslam ahkamını almak ve başka hükümleri inkar ederek reddetmek zorundadırlar.
Peki, Müslümanlar bir şekilde kendi devlet ve toplumunu kaybetmişlerse ne yapacaklar? İslam’ı uygulamayan, üstelik uygulanmasına izin de vermeyen, ona giden yolları kanunlarla kapatan bir devlet ve sistemde yaşamak durumunda kalırlarsa ne yapacaklar?
Yapılacak üç şey var:
1- İsyan ederek kendi devletlerini kuracak veya bu uğurda ölecekler. (Devrimci Görüş)
2- Devlete, siyasete, topluma karışmayacaklar. Kendilerine verilen haklar ile kanaat ederek özel imkanları ile dinlerini öğrenmeye çalışarak bireysel ve toplumsal hayatlarında ellerinden geldiği kadar dindar yaşamaya gayret edecekler.(Sabırcı Görüş)
3- Devlet ve toplumu İslamlaştırmak için cebir ve şiddetten uzak yasalar çerçevesinde mücadele edecekler. Bir yandan eğitim ve irşat ile dini öğretip yayarken, bir yandan da siyasete atılıp ele geçirdikleri imkanları davaları doğrultusunda kullanmaya çalışacaklar.(Temkinci Görüş)
Biz bu üç görüşün fıkhını delilleriyle birlikte “İslam’da Devlet Ve Siyaset” ile “İlim Ve İktidar” kitaplarımızda enine boyuna yazdık. Burada da özek bilgiler verdik. İsteyen arkadaşlar geçmiş yazılarımızda bunları bulabilir.
İsyan etmenin de şartları vardır. Bu şartlar olgunlaşmadan yapılacak bir isyan canları, malları ve ırzları zayi ederek boşuna acı çekmek ve kendine yok yere zarar vermektir.
Düşman da zaten bunu istemektedir. “Bir isyan etseler de işlerini tamamen bitirsek” diye fırsat beklemektedirler. Hiçbir Müslümanın aklından böyle hikmetsiz ve zarar verici yanlış düşünceler geçmemelidir.
Bize göre ikinci görüş de, yani “Sabırcı Görüş” de doğru değildir. Çünkü cebir ve şiddet olmadan İslam için elden ne geliyorsa yapmak gerekir. Dinimizin emr-i bil ma’ruf nehy-i ani’l münker, nasihat, iyilikte yarışma, kötülüğü engelleme ilkeleri bunu gerektirir. Biz bu işlemlere kısaca “cihat” diyoruz. Bu da dinin bir emridir. Öyleyse bu yapılmalıdır. (Temkinci Görüş)
Hiç kimse dinin emr-i bil ma’ruf nehy-i ani’l münker, nasihat, iyilikte yarışma, kötülüğü engelleme ilkeleri çerçevesinde cihat yapma işine karşı değildir. Bunda ittifak vardır. Öyleyse üzerinde ittifak edilen bu işler, herkese düşen en önemli işlerdir. Herkes bu tür faaliyetlere katılmalı, bu uğurda çalışan STK’lara mali ve bedenî destek vermelidir.
Tamam, buraya kadar anlaştık.
Şimdi gelelim ihtilaf ettiğimiz meseleye. Konuya bir soruyla girelim:
İslam’ın yürürlükte olmadığı ve İslamî bir partinin kurulmasına da izin verilmediği bir sistemde, Müslümanların da temel hak ve hürriyetlerini koruyacak, hayatlarındaki zorluk ve sıkıntılarını kaldırarak yaşamalarını kolaylaştıracak, maddi refah ve kalkınmadan, gelir dağılımındaki paylaşımdan adil olarak yararlanmalarını sağlayacak, kendilerine gelen maddî ve manevî zararları defedecek, yönetme ve denetlemede, hukuk ve eğitimde, iktisat ve her türlü sosyal yaşamda hak, hukuk, özgürlük ve eşitliklerini yasal teminat altına aldıracak bir siyasi parti kurmaları:
1- Müslümanlara faydalı olur mu?
2- İslam açısından bunun hükmü nedir? Caiz mi, değil mi? Bir başka ifadeyle emir mi, yasak mı, mübah, yani serbst mi?
Ne dersiniz?
Biz yazmakla, siz yorumlamakla devam edeceğiz inşallah. Niyetimiz Rabbimizin rızasıdır.
Bence iyi gidiyoruz, öyleyse hakaret etmeden, daha seviyeli ve üretken olarak bu serinin tadını çıkaralım derim. Böylece yurt içinden ve dışından dünyamız düzeyli bir tartışmaya tanık olsun inşallah.
Hadi bakalım!