Müsademe-i efkârdan berika-ı hakikat çıkması için
Her ülkenin, her sistemin kimi tabuları oluyor. Tabular zaman zaman idol haline getiriliyor ve o tabuya duyulması gereken sevgi ya da saygı yerini ilgisizlik, alay ya da nefrete bırakabiliyor.
Ülkemizin tabularının başında Atatürk geliyor. Atatürk'le ilgili müsbet bir şey de yapsanız onu idol haline getirenlerin ve ondan geçinenlerin boy hedefi haline gelebiliyorsunuz.
Atatürkçü olduğundan kimsenin şüphe etmediği Mustafa filminin yapımcısı Can Dündar'ın Atatürkçüler tarafından uğradığı linç girişimini, yine Atatürkçülüğünden kimsenin kuşkulanmadığı Erol Mütercimleri'in Atatürk hakkında yazdığı kitabın en fazla Atatürkçü olduğunu iddia edenler tarafından eleştirildiğini hatırlatırsam ne demek istediğim daha iyi anlaşılır zannediyorum.
Bu tepkiler Atatürk hakkında nötr olan kimseleri de düşünmeye sevk etmekte ve ona duyduğu saygıyı zedelemektedir.
Yani Atatürk'e en büyük zararı Atatürkçüler ya da daha uygun bir tabirle Atatürkçülükten geçinenler vermektedirler.
1982-83 yıllarında Askeri Dil Okulunda askerliğimi öğretmen olarak yaptım. Nöbetçi subay olduğumuz geceler hizmet kıtası erlerine ders vermek de bize düşüyordu. Erlere verilen derslerin tamamı Atatürk üzerineydi ve artık erlere gına gelmişti. Sevdirdiğini zannedenler, bıktırdıklarının farkında bile değillerdi.
Yine bir gün hiçbir ideolojik yönü bulunmayan Fransızca öğretmeni bir arkadaş geldi, "Bu kadar da olmaz yahu?" diyerek sitem etti. Sebebini sordum, yapılan yabancı dil sınavında Atatürk'le ilgili bir parça vermişler, tepkisi onaydı. "Bu kadar da olmaz ki" diyordu.
Çok olmadı daha geçen ay okullarda seçmeli ders olarak okutulacak arapça kitabında Atatürk bahsi olmadığı için milli eğitimi topa tuttular da milli eğitim bakanlığı o kitaba Atatürk'le ilgili bir bahis koymak zorunda kaldı.
İşte bu yaklaşım sebebiyledir ki, Gençliğe Hitabe'nin okullardan kaldırılması gerektiğine dair yayınladığı yazısı yüzünden Mustafa Akyol bey de linç edilmek istendi.
Birileri de sanki gençliğe hitabe alternatif bir dinmiş gibi öyleyse din dersi de kaldırılsın ve hatta din dersi yerine cinsellik dersi konsun gibi tek başına ele alındığında tartışılacak ama 'hitabe' karşılığında ele alındığında gülünecek bir komediye de imza atar oldular.
Tabii bir de koruma kanunu var.
Koruma kanunu orada durduğu sürece, bu ülkede Atatürk'le ilgili her yazı her an takibe uğrama riskiyle karşı karşıyadır. Sağlıklı bir tartışma için önce koruma kanununun kaldırılması gerekir. Aslında kanuna rağmen söylenmedik ve yazılmadık pek bir şey kalmadı ama savcıların önünde de dava açmaya engel bir şey yok. Her an dava açılabilir. Siyasilerin yapması gereken, ifade özgürlüğünü sınırlayan bu kanunu derhal ilga etmeleridir.
Aynı şekilde iç hizmet kanununun 35. maddesi de acilen tadil edilmelidir. Çünkü 12 Eylül darbecilerinin de 28 Şubat ve 27 Nisancıların da sığındığı en makul yasal dayanak bu maddedir.
12 Eylül darbecileri için açılan davada ve son olarak 27 Nisan muhtırasını hazırlayanlar için başlatılan incelemede sanıklar bu maddeyi hâkimin önüne koyacaklar ve yasal haklarını kullandıklarını söyleyeceklerdir.
Bu madde orada bu şekliyle bulunduğu sürece ilerde durumdan vazife çıkarmak isteyenler de olacaktır. Onun için de bu madde acilen tadil edilmelidir. Darbecilere duyulan öfke sebebiyle askerin doğal görevlerini de elinden almak ifrattır, aşırıya kaçmaktır. Ben daha önce 28 Temmuz 2010 tarihinde bu köşede yazdım, kaldırılmasından yana değilim, darbeye ya da milli iradeye yönelik herhangi bir müdahaleye gerekçe olmayacak şekilde düzeltilmesinden yanayım.
Ben bel altına vurmadan yapılan seviyeli tartışmaların faydalı olduğuna inanıyorum. Eskilerin müsademe-i efkardan berika-ı hakikat çıkar demeleri de bundandır.
Hitabeyi de tartışalım, din dersini de, cinsel eğitimi de.
Yeter ki seviyeyi düşürmeyelim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.