Ben kendim sünnet oldum biliyon mu?
Seyrek görüştüğüm arkadaşların en çok sordukları sorular arasında neler bulunduğunu merak eder misiniz?
Elbette edersiniz; hatta bunu öğrenemediği için kederlenen ve ajansların niçin bilgi vermediğine kafayı takanlar olduğunu söyleyebilirim.
Kederinden hasta olup yatağa düşen kaç değerli okuruma "geçmiş olsun" telgrafı gönderdiğimi bildirsem şaşarsınız.
İşte bugün o merakı gidermeyi vazife edindim.
Bu karda kışta daha fazla okurumun sağlığını tehlikeye atamam.
*
En çok sorulanlar şunlar:
Yazıları gazetede mi yazıyorsun? Her gün gazeteye gidiyor musun? İzin günlerinde ne yapıyorsun?
Efendim, çok seyrek olarak malikânede yazıyorum, genellikle gazetede yazmayı tercih ediyorum.
İzin günlerinde ise İstanbul kazan, ben kepçe.
Kar yağmur fark etmeden dolaşmaktayım; çay bahçesi, çarşı pazar, cadde sokak...
Çok ilginç insanlarla karşılaşmak mümkün şehri gezerken.
*
Geçenlerde saçı sakalı ağarmış biriyle otobüs kuyruğunda sohbet ettik.
Daha doğrusu o anlattı, ben dinledim; arada bir "Yaa, öyle mi? Ha, hı..." dedim.
Emekli olduğunu, fakat bütün işlerle hâlâ kendi uğraştığını söyledi.
"Güya emekli olduk. Ne değişti? Hiç. Her işe koşmak gene bana düşüyor. Fatura yatır, alışveriş yap, ekmek al, yoğurt al... Bankaya git, postaneye koş... Eskiden çocuklar ufak diye işleri biz yapıyorduk, şimdi büyüdüler bir şey değişmedi. Gene aynı. Onların işi gücü var, vakitleri yok."
"Evet" dedim, bir iki adım ilerler gibi olduk.
*
Döndü, "Eskiden de böyleydi" diye tekrar söze başladı.
Bir tebessüm yapıştı yüzüme ve hafifçe başımı salladım, o devam etti.
"Ben kendim sünnet oldum biliyon mu?" dedi.
Haydaa...
Eminim ki tebessümden eser kalmadı.
Hayret ifadesinin yüzüme bütünüyle yayıldığını hissettim.
"Nasıl yani?" demiş olabilirim; zira öyle bir şeyin nasıl olabileceğini düşündüm.
Gözümün önünde bir sahne belirdi fakat sonunu getiremedim.
Açıkladı.
"Küçükken bizim köyde bir sünnet töreni vardı. Çocukları topluyorlardı. Ben de gittim, amca beni de sünnet ettirir misin dedim. Adam baktı, sen kocaman olmuşsun yahu dedi. Daha olmadın mı dedi. Yok dedim. Sıraya gir dedi. Girdim. Sıra bana geldi. Bak yukarıda kuş var dediler. Merak ettim kafamı kaldırdım baktım. Kuş muş yoktu. O sırada cırt gitti."
"Yaa..."
"Yaaaa..."
*
Sonra İstanbul'a gelişini anlattı.
"Yaşım onbeş var yok. Bir Hacı abi vardı sağolsun. Amelelik yaparken tanıştım. Sen iyi çocuksun dedi, buralarda harcama kendini, seni İstanbul'a göndersem gider misin dedi. Ne yapacam ben orada dedim. Bir tanıdığım var, terzi. Git onu bul, ona çırak ol, senin elinden tutsun, bir altın bileziğin olsun dedi, adres verdi."
O anlatırken Rahmetli Kemalettin Tuğcu'yu hatırladım.
*
Gelmiş bulmuş, askere kadar çıraklık etmiş. Fatih'te. Askerlik dönüşü "kalfa aranıyor" yazısı görmüş, oraya girmiş. Sonra usta olmuş, kendi dükkânını açmış.
Arada bir sesini alçaltıyordu, sır verir gibi konuşuyordu ama hayat hikâyesini yedi kısım tekmili birden anlatıyordu.
*
Ben de onun hikâyesini, sizin bana sorulan soruları merak ettiğiniz ölçüde merak ediyordum.
Ne var ki başladıktan sonra epey sardığını fark ettim.
Otobüsün gecikmesi iyi oldu diye düşünmeye başladım; derken otobüs geldi, ihtiyar bindi.
Yanlış durakta beklediğimi, otobüsün tabelasını görünce anladım.
Yine de dedim ki ne iyi etmişim o durağın sırasına girmekle.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.