Âyetlerin ışığında karnemiz!
Her karne döneminde değişik duygulara kapılırım. Teşekkür/takdir belgeleri ellerinde olan öğrenciler karnelerini gösterme yarışına girer, tabii emeklerinin karşılığını da gerek aile fertlerinden gerekse konu komşudan koparmaya çalıştıkları harçlıklarla almaya çalışırlar. İlköğretime gidenler bağırarak biraz da aldıkları güzel karneleriyle iftihar yarışına girerler. Karneleri düzgün olmayan, zayıflarla dolu veya umduğunu bulamayan öğrenciler mahcub, üzgün, tedirgin buruk ve hüzünlü. Harçlık vermek için karnelerini sorduğumda geçiştiriverirler o çocuk masumiyetleri içinde.
Aman Allah’ım! Karne! Çalışmaların/başarının yahut başarısızlığın, sevincin veya üzüntünün belgesi. Nihayet geçici bir dünya, geçici bir belge! Fânilikler içinde ebedîliği, sınavlar içinde “imtihan dünyası” yaşayan, sonunda alacağımız karneye göre ebedî saadet ya da ebedî felaket! Dünyada zayıf karnelerin telafisi mümkün, zayıf derslerin düzeltilmesi muhtemel. Ancak “Son dâvet” geldiğinde karnemiz düzgün değilse, hazırlıksız yakalanmışsak, “yarın, yarın” diyerek ertelemişsek yapmamız gereken amelleri.
Âyetler bugün nâzil olmuş gibi bize o karneyi ve o “karne günü”nü hatırlatıyor: “O gün yargılanmak üzere huzura çıkarılacaksınız; en gizli sırrınız bile gizli kalmayacak. Karnesi sağ tarafından verilen kimseye gelince... O sevinçle şakıyacak: ‘Hey millet! Alın işte okuyun karnemi! Kesinlikle ben hesabımla yüzleşeceğime gönülden inanmıştım.’ O kendini mesut ve bahtiyar eden bir hayatın içinde bulacak. Yüce bir cennette. Hemen yakınında amellerinin meyveleri. (Kendilerine) Bu günler için geçmişte peşinen takdim ettiklerinize karşılık yiyin için âfiyet olsun’ denilecek. Tıpkı teşekkür/takdir alan, karnelerini gösterme yarışına giren öğrenciler gibi. Aman Allah’ım âyetler şimdi nazil olmuş gibi. Karnesi sol tarafından verilen kimseye gelince... Sonunda o da şöyle sızlanacak: ‘Eyvah! Keşke hiç karne almasaydım. Ve hesabımın ne olduğunu keşke hiç bilmeseydim.
Ah! Keşke ölüm, işi tamamen bitiren (mutlak bir yok oluş) olsaydı. Malım başıma gelen hiçbir belayı def etmedi. Gücüm elimde patladı.’ (69 Hâkka 18-29) C. Hak Kur’an-ı Keriminde “Kitabı, sicili sağ eline tutuşturulan haykıracak ‘Gelin hepiniz gelin şu sicilimi okuyun. O kendini mesut ve bahtiyar eden bir hayatın içinde bulacak. “Oku kitabını” dendiğinde okuyacağımız şeyler de, bizim dünyada iken yapıp ettiklerimiz olacak. “Bu kitap küçük büyük bir şey bırakmamış, her birini teker teker saymış” diyeceğimiz o karne gününde! Tıpkı zayıflarımızı kabullenmesek de karne yalan söylemiyor. Şaşırıp hayret de etmiyoruz, kabulleniyoruz. Kabahati yok karnenin çünkü. O karneyi dolduran bizim notlarımız, amellerimiz... Saçımız, başımız darmadağınıksa, bizi öyle gösteren aynanın ne kabahati var?
“Yevme lâ yenfeu malün vela benûne illâ men etallahe bi kalbin selîm” Yaratan’ın “Orada mal ve evlat fayda vermez” dedikten sonra, bizlerden istediği “kalbi selim”in nasıl ortaya çıkacağına kafa yorduk mu hiç? Nedir o kalb-i selim? Acaba oraya gidip geldikten sonra bir “Hayat defteri” yazacak olsaydık, bugün yazdıklarımızı yazarmıydık?
Aynı karneyi mi alırdık, aynı notlar mı olurdu karnemizde? “Herkes yarına ne gönderdiğine baksın.” diyor ölümü ve hayatı Yaratan Rabbimiz. Neyi yaptığına, neyi yapmadığına, neyi nasıl yaptığına baksın. Çünkü yarın, herkesin önüne neyi yapıp neyi yapmadığı, neyi nasıl yaptığı konacak. Herkes görecek, bilecek ne yapıp ne yapmadığını. Âhirette açılacak ama bu dünyada doldurduğumuz sicilimiz, karnemiz gidecek öbür âleme. İşte bu “amel defteri” gidecek insanla birlikte... Hani şu “Nasıl bilirsiniz?” sorusuna verilen cevapta “İyi biliriz” cümlesini doğrulayacak veya doğrulamayacak amel defteri. Yâni karnemiz! Hükmün sadece ve sadece Allah’a ait olacağı O gün karneler verilecek. O hayat defteri açılacak. Evet, ‘nereye kaçmalı?’ diye düşünüldüğünde ‘kime sığınmalı, dayanmalı, güvenmeli?’ diye sorulduğunda O Büyük Gün hatıra gelecek. Öyle bir gün ki: Güveneceklerinizin de güvene muhtaç olduğu bir gün.
Sığınacaklarınızın da sığınacak delik aradıkları bir gün. Kendilerini dayanak olarak lanse edenlerin dayanacak yer aradıkları bir gün. Kur'an'da "O gün, kişi kaçar kardeşinden, annesinden ve babasından..." denilen gün gelmeden, "Beşikteki bebelerin saçlarını ağartan" diye nitelendirilen gün gelmeden, karnelerimiz ellerimize tutuşturulmadan, “Eynel mefer Nereye kaçmalı? Fefirru ilallah Kaçınız Allah’a” hitabını unutmadan yaşamak varken iftihar edeceğimiz karnelerle Rabbimizin bize sunacağı nimetlere konmak varken ‘bu perişan hale düşmeye değer miydi?’nin hesabını bugün yapamaz mıyız. Daha karnemize son notlar yazılmadan, iş işten geçmeden... Ya karneleri gösterilemeyecek kadar kötü olanlar! Nereye kaçacak?
Dünyada, evinde, ailesi, kavmi içinde rahat ve refah yaşayışıyla keyfinde zevk ve sefa içindeydi. Ahireti ve işin sonunu düşünmezdi. Gam ve keder içinde sıkıntı çekenlere acımazdı. Hiç azab çekmeyecek, yaptıklarından sorumlu olmayacağını zannetmişti. Ne zaman ki “İkra kitabek! Oku kitabını” (Dünyadan getirdiğin amelleri bulunduran sicilini, dosyanı ) denecek. Karnesindeki zayıfları görenler saklayacak, kaçacak yer de bulamayacaklar. İnsanoğlunun, kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçtığı ân hatırlansaydı sicilimiz değişmez miydi? Kâinatı yaratanın, bir gün gökleri düreceğini, dağları savuracağını, denizleri fışkırtacağını ve “Kıyamet” denen o dehşet verici günün mutlaka geleceğini unutmadan yaşasaydık karnemiz böyle mi olurdu? “Eyne’l meferr - Kaçacak yer yok mu?” diye insanların çırpındığı ânın gerçekleşeceğini düşünseydik karnelerimizdeki notlar bu mu olurdu?
Hz. Aişe anlatıyor: “Rasulullah’ı dinledim. Namazının bazısında ‘Allahümme hasıbnî hısaben yesîra (Allah’ım! Beni kolay bir hesapla hesaba çek.)’ Diyordu. Namazdan çıkınca, ‘Ey Allah’ın Rasulü!’ dedim. Kolay hesap nedir? Buyurdu ki: Kitabına bakılıp da geçiştirilivermesi, yâni günahlarının af olunuvermesidir.”
Bu dünyadan giderken götürdüğümüz karnemizin ( hayat defterimizin) içindekiler, eğer “selim bir kalb”e tekabül ediyorsa, ve onun hayat haline gelmiş izdüşümleri ise ne mutlu. Âyetlerde zikredildiği gibi neşe ve sürur içinde iftihar tablomuzu göstereceğiz hemen herkese. Ya karnemizdeki notların karşılığı: Kırdığımız kalpler, darılttığımız gönüller, riayet etmediğimiz haklar/hukuklar... Habersiz yaşadığımız komşuluklar... Kestiğimiz akrabalık bağları, kopardığımız dostluklar... Hal/hatır bile sormadığımız yetimler, öksüzler... Peygamber diliyle tehlikesinden haber verildiğimiz selin üzerindeki köpük ve çerçöp gibi olacağımız hallerimiz... Hırs ve ihtiraslar içinde birbirimizle çekişmelerimiz... Makam ve saltanata düşkünlüğümüz... Kapıldığımız menfaat, taklit ve dünyevîleşme hastalığı... Kanaat/sabır/şükür yoksunluğu... Hata, isyan ve günahlarımızı aleniyete döküp âdeta Rabbimize meydan okumalar...
Nimeti vereni unutup, nimete sarılanlar... Ettiğimiz gıybetler, istihzalar, suizanlar... Yaptığımız hileler, hurdalar... Boşa çıkardığımız umutlar, güvenler... Sarstığımız saf ve temiz duygular... Bütün bunlarla dolu bir karneden ve onun gösterilmesinden korktuğumuz için böyle bir günün gelmesinden şüphe ediyorsak; Bir kere kesin olarak bilmeliyiz ki o “Bir gün” gelecek. Şek ve şüphe duyanın sadece kendini aldatacağı o gün muhakkak gelecek. ‘Bütün gelecekler yakındır’ der gibi gelecek. Ne mutlu ki iş işten geçmedi, karnemiz daha verilmedi. Yaşıyoruz çünkü. Tevbe ve istiğfara, salih ameller işlemeye zamanımız var. Nefes alıyoruz, hissediyoruz, düşünüyoruz... Herşey bitmedi. Ölmedik çünkü... Çok şükür... Bir şükür de karneleri; sadece öğrencilerin almadığının, hepimizin bir karnesinin olduğunun, farkına vardığımız için de çok şükür...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.