Volkan kırmızıyı görmeseydi belki elenirdik
Futbol aslında biraz da hayatın kendisi. Hani, meşhur bir futbol lafı vardır; 'top yuvarlaktır'. Futbolda her şeyin ihtimal dahilinde olduğunu anlatır.
Hayat da öyle değil midir? Düz müdür hayat, köşeli midir? Her an her yana dönüvermez mi? Yaşanmadan bilinebilir mi? Hayat da yuvarlaktır; her an binbir ihtimale gebedir.
Yeknesak olmayan bu ritimdir hayatı da futbolu da heyecanlı, yaşanası, tadılası kılan. Yüzlerce, hatta binlerce faktörün içinde bir 'ihtimaller' deryasıyla her doksan dakika hayatın kısa bir özeti, provasıdır. Belki de hayatın kısa tarifidir. O yüzden vazgeçemiyoruz futboldan. Peki hayattan?
çekleri elediğimiz gece 'futbolun adaleti'nden söz etti tüm yorumcular. Adaleti vardır da futbolun 'kaderi' yok mudur? Dışarıdan 'ne kadar' müdahale edebiliriz o 'kader'e? Alınan bir galibiyetin ardından hangi pozisyona 'keşke bu olmasaydı' diyebiliriz? çek maçında iki golle geriye düşmeseydik belki de maçı alamayacaktık. Kim aksini ispat edebilir?
Futbolda 'keşke' yok. 'Keşke'li bir oyunun sonucunu da kimse bilemez. Bir kez 'keşke şöyle veya böyle olsaydı' dediğimiz an aslında yüzlerce, hatta binlerce yeni 'değişken'i oyuna soktuğumuzu ve bunlarla oyunun öngörülemez, bilinemez haliyle yeniden başa döndüğünü anlamıyoruz galiba.
Kazandığınız bir maçın ardından, maçta yaşanmış herhangi bir pozisyonu, hatta yediğiniz bir golü, kaçırdığınız bir penaltıyı çekip alarak 'aynı sonuç'a ulaşamazsınız.
Milli Takım kalecisi Volkan'a kızdı insanlar, giden bir maçı çekip aldığımız bir anda takımı kalecisiz bıraktığı için. Ama belki de Volkan o hareketiyle maçın sonucunu, o sevindiğimiz sonucunu sağladı. Kim bilebilir Volkan'a kırmız kart çıkmadan maçın alacağı akışı? Yuvarlak topun nereye döneceğini kim öngörebilir? Kim iddia edebilir Volkan o hareketi yapmasaydı ve maç devam etseydi kalemizde bir gol görme ihtimalimizin olmadığını?
'Aynı suda iki kez yıkanılmaz' sözü boşa değil. Futbolda da oyunun aynı çizgide akıp gideceğini varsayamayız. Bir küçük hamle değiştiriverir tüm olanları ve zaten sonuç dediğimiz de olan ve olmayanların bıçak sırtında duran bir bileşkesidir. Futbolun 'kaderi'yle oynanmaz. Volkan'ın yaptıkları ve yapmadıklarıyla çekleri 3-2 yendik; kazanmamız için yapılması gerekeni yaptı Volkan, köşeye giden topu çıkarırken de Koller'e kafa atarken de.
*
Doğrusu futbol hayata dair şeyler anlatır. Avrupa Şampiyonası'nda anlattıklarından biri de hayatın, daha doğrusu 'ulusal kimlik'lerin iyice melezleştiği. Futbol üzerinden bunu belki de ilk defa bu kadar 'yakın'dan gördük. İsviçre Milli Takımı'nda iki 'Türk' bize karşı oynadı. Hem de ne oynama? Hakan Yakın golünü de attı. Sevinse de attı, sevinmese de. İşte 'ulusal kimlik'lerin bireylerle ilişkileri böyle bir noktaya taşınıyor.
Kimlikler zaten çoğul, çok katmanlı... Ulusal kimlikler bile neredeyse 'seçmece'... Hem Türk hem İsviçreli, hem Avusturyalı hem Türk, hem Türk hem İngiliz... Düşünün İsviçre forması altında bizim yenildiğimiz Portekiz'e iki gol atan Hakan Yakın nasıl hissetti kendini? Türk olduğu kadar biraz da İsviçreli değil mi? İsviçreli Türkler Portekiz'e karşı iki 'Türk'ün oynadığı İsviçre'nin taraftarı değiller miydi? Ya golü atınca Hakan Yakın, hem de iki tane? İsviçreliler kadar sevinmediler mi, İsviçrelilerle kutlamadılar mı 'kendi çocukları'nın getirdiği galibiyeti?
Kimlikler geçişken, ulusal kimlikler bile... Hâlâ 'saf' bir kimlik arayanlar beyhude uğraşıyorlar. Kimliklerin çeşitliliğini, çoğulluğunu kabul edip bunu avantaja çevirmesini bilenler kazanacak bu maçı. Aurelio'nun, Kazım'ın bizim takımda; Yakın'ın, Eren'in, ümit'in, 'öteki' takımlarda oynamasına itiraz edenler değil. Futbol da hayat kadar melez. Kimse hayatı yenemez.