28 Şubat’ın Yıldönümü ve Düşündürdükleri 2
“İtibarlı kaçaklar”ın son perişan görüntülerine, ucuz kahramanlık taslayanların hallerinden, makamlarına, mevkilerine, üniformalarına güvenenlerin düştükleri rezilliklere, sevgi-şefkat ve merhametin kırıntısı kalmamışların hazırladıkları planlara varıncaya kadar… Bütün bunlar nasıl bir buz dağını nefeslerimizle eritmeye çalıştığımızın delili değil mi? 28 Şubat’ta sözleri, talimatları kanun muamelesi görenlerin şu düştükleri halleri görünce bunların ne kadar zavallı olduklarını daha iyi anlıyorsunuz. Rapor alabilmek için çalmadıkları kapılar, gitmedikleri hastahaneler kalmadı. Hani dâvânız vardı? İnsan davası için bedel ödemez mi? “Tevbe Kapısı”ndan nasipsizliklerine de üzülüyorum. Gidemiyorsunuz o kapıya. Yahut kabul edilmiyorsunuz. Hiç iyi yetişmemiş, iyi yetiştirilmemişsiniz. Azıcık tarihi bilseydiniz “zulmün hiçbir zaman pâyidar olamayacağı”nı hatırlardınız. Helak olan kavimlerin küfürleri ile değil, zulümleri yüzünden helak olduğunu bilirdiniz. Kendi saadetini başkalarının felaketi üzerine kuranların, zulmün en çirkinini işlemiş olduklarını hatırlardınız. Firavunların, Nemrutların akıbetlerinden ibret alırdınız. Mazlumların bedduasından sakınırdınız. Bazen öbür âleme havale edilmeden burada da hesap sorulabileceğini tahmin ederdiniz. Her hal ve şartta utanılacak işler yapmamaya azami hassasiyet gösterir, pisliklere bulaşmamaya çalışırdınız. Neyiniz eksikti. Geçim standartlarınız, konumunuz, statünüz, imkanlarınız çok iyi değil miydi? Değer yargılarınızı, kutsallarınızı, ölçülerinizi, bağlı olduğunu zannettiğiniz kavramları bir daha gözden geçirip bir muhasebe yapsaydınız şu acınacak hallere düşmezdiniz. Kast sistemlerinin, tröstlerin geçmişte kaldığını hatırlar, artık insanların bilgileriyle, kültürleriyle, ahlakları, erdemleri ve nitelikleriyle değerli olduklarının farkına varırdınız. Kurtulmaya çalıştıkça batıyorsunuz. Avukatlarınızın ve avukatlığınıza soyunanların hallerini görünce haksızı, zalimi, yolsuzu savunmanın insanı ne hallere düşürdüğünü daha iyi anlıyoruz. Hele bütün bu fotoğraflara bakarken şu iki âyeti nasıl hatırlamayız?
“Ey mutlak iktidar sahibi Allah’ım! Sen dilediğine iktidar verir, dilediğinden de iktidarı çeker alırsın. Dilediğini aziz eder, dilediğini de zelil edersin. Hayrın tamamı senin elindedir. Çünkü sen her bir şeye kadirsin.” (3 Ali İmran 26)
“İnkârcılar tuzak kurdular. Allah da onların tuzağını başlarına geçirdi. Allah tuzakları bozanların en hayırlısıdır.” (3 Ali İmran 54)
Bilgileriniz bir istismar vasıtası. Manevra imkânlarını arttırmak için öğrenmişsiniz. Bereket ki; feraset ve basiret sahibi insanların mevcudiyeti yaptığınız her türlü pusuyu açıkta bırakıyor. Utanmazlık, böylelerinin mümeyyiz vasfı. “İşte yalanın, işte iddiaların, işte inkarların” dersiniz hiç üzerlerine almazlar. Yüz değil, sanki kösele! Ne bir renk, ne bir çizgi… Takındıkları tahakküm pozlarına ne dersiniz? Öğretir gibi konuşmaları da cehaletlerinin ayrı bir yansıması. Milleti “güvenilmez” ve “adam edilmesi gerek unsur” olarak görmekten ne zaman vazgeçeceksiniz? Kim yetiştirdi sizi, nasıl bu duruma geldiniz? Aralarında altmışlıklar, yetmişlikler hatta seksenlikler bile var. Bu “insan tipleri” tam bir hilkat garibesi. Benzeri başka ülkelerde gösterilemez. Hani hep “bize mahsus” deniyor ya, asıl bize mahsus durum bu! Sistematik mamuller bunlar!
Meşruiyet çizgisinde birbirini seven-sayan bireyler olarak insanca kardeşçe yaşamak çok mu zordu? Ne olurdu böyle yaparak hepimiz kazansaydık. Bugün ülkemiz temel meselelerinin hepsini halledip de ön sıralardaki yeriyle, barış-adalet-özgürlük sağlayıcı rolüyle, bütün bölgenin teminat gücü olma konumuyla “lider ülke” olsaydı ne olurdu? Hepimiz gelinen noktada payı olanların huzur ve mutluluğunu yaşayıp paylaşsaydık iyi olmaz mıydı? Bunu bile bu millete çok gördünüz. Böyle bir mutluluktan hep rahatsız oldunuz. Hiç yaptıklarınızdan utanmayacak mısınız? Yanlışlıklarınızın ısrarından bıkmayacak mısınız? Bu ülkenin güzel insanlarını jakobenlik veya “insan mühendisliği” kıskacına alma huyunuzdan vazgeçmeyecek misiniz?
Bu “normalleşme”ye giden adımları atalım hep beraber vakarla, sükûnetle, itidalle. Pasif iyi olmak yetmez. Aktif iyi olmalıyız. Doğru’nun, güzelin, iyinin üzerine titremeye mecburuz. Dille-kalemle-fiille haydi göreve! Kusura bakmayın! Artık meydan boş değil. Bir ifadeye çağrılmak bile sizi deliye çevirdi. Ne kadar tahammülsüzsünüz böyle! Hani “demokrasi, tahammül rejimi”ydi. Hani adalet herkese lazımdı. Hani adalet önünde herkes eşitti. Hani Türk Silahlı Kuvvetleri demokrasi ve hukuka bağlıydı. Peki ama bu durum hep böyle mi devam edecek? Teşebbüs onlarda, tahammül çilesi bizde… Bilmemiz gerekmez mi ki, taarruzu göze alamayan bir müdafaa anlayışı ile hiçbir mücadele kazanılamaz. Her canı sıkılana “buyur!” diyen hoşgörü anlayışını ve yenilik özentisini, artık terk etmeliyiz. Yok, artık biz deneme tahtası değiliz. Bu canı, bu yuvayı, bu vatanı, bu milleti, bu ümitleri yolda bulmadık biz! Milletin dinine, imanına tahammül edemeyenlerin hırçınlığına inat, hukuksuzlukla, eşitsizlikle, ‘derin devlet devlet düzeni’ni yaşatma savaşı verenlerle mücadele edeceğiz. Bu mücadele de “şuurlu dindarlaşma” ile devam edecek. 28 Şubat’çıların bu ülkeye verecekleri hiçbir şeyleri olmadığı için devam edecek. Bu ülkeyi uçurumun kenarına getiren süreçten, dindarların sorumlu olmadığı, sorumluların hep kendi değerlerine yabancılaşmış, dinden, imandan kopmuş zümreler arasından çıktığı için dindarlaşma devam edecek. Bu toplum; yargının, ordunun suçları karşısında sessiz kaldığı bir düzen istemiyor artık. Öyle bir düzeni savunanlar kaybedecek. Hiçbir şansları yok. Bunu onlar da biliyor. Kullanım süresi geçmiş, bu ülkeyi taşıyacak gücü kalmamış, Laisizm ve Kemalizm protez ayaklarla bu işin yürüyemeyeceğini onlarda biliyor. Öfkeleri, hırçınlıkları, saldırganlıkları, iftiraları, hukuku hiçe saymaları, bu gerçeği fark etmeleri yüzünden. Ahtapot gibi her tarafı saran bu yapıyı bozma mücadelesi Hak’kın, haklının, hakikatin yanında olma mücadelesidir. Ya İbrahim’in yanında O’nun ateşinin sönmesine su taşıyan, yahut Nemrut’un yanında o ateşin devamına odun taşıyan olacağız. Tercih bizim! Bu tercih, tarihi bir fırsattır. 28 Şubat’ta mücadele etmeyip gafil olanlar bugün pişmandır. Tabii geçmiş ola…
Türkiye değişiyor. Çünkü artık adalet önünde herkes hesap verir hale geliyor, bunun adımları atılıyor. Türkiye’de de ‘bağımsız ve tarafsız’ hukukçular var! Savcısıyla, hâkimiyle, akademisyeniyle… Ayrıca 28 Şubat’çıların anlayamadıkları, bilemedikleri bir husus da “Bir âh ile bu âlemi viran ederim ben!”diyen yiğitlerin hâlâ yaşıyor olmaları.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.