Tasavvufu Mistisizmle Karıştırmayalım
“Allaha giden yollar, mahlukatın nefesleri sayısınca çok” olduğuna göre, bu çokluğun ifadesi olan tariflerin çokluğu da elbette tabiidir, yadırganmaz.
Sistemin “tek tip insan yetiştirme” saçmalığından kimi Müslümanların da farkında olarak veya olmayarak etkilendiğini ve “tek tip Müslüman yetiştirmek” için yok yere kavga ettiğini görüyoruz. Bu, üstünde durulması gereken bir husustur.
Evet, sistemin hastalıklarını aldığımız eğitimle bazen öyle içselleştiriyoruz ki, farkına varıncaya kadar kendimize de başkalarına da çok yazık ediyoruz. Ne yapalım, insan işte böyle çok komple bir varlıktır ve telkine, hatta beyin yıkamaya da açıktır. İman ve şer’î doğruların zamanında verilmesi bu yüzden çok önemlidir.
Bu yüzden etrafımızdaki kardeşlerimize baktığımızda çoğunun bir marazi yanının olduğunu görüyoruz. Kimisi biraz ırkçıdır, kimisi biraz laiktir, kimisi biraz materyalisttir vs.
Şu Tasavvuf ve tarikatlara karşı çıkanlar da “Kur’an ve Sünnet” diyerek, yani iyi niyetle “tek tip Müslüman” ortaya koyma çabasındadırlar. Olmaz kardeşim, fıtratla kavga edilmez. Eden, yenilir. Ömrünü, enerjisini boşa harcadığı gibi, bir sürü de ihtilaflara sebep olur.
Sahabe içinde Hz. Ebu Zer de vardır, Hz. Osman da. Hz. Osman b. Maz’un da vardır, Abdurrahman b. Avf da. Gelip erkekliğini burkarak dünyadan el etek çekmeye ve devamlı ibadete izin isteyen de vardır, cihada şehadet için katılıp ganimet almayan da. Beklediği boğazına bir ok yiyerek cennete uçmak. Herkes Hz. Ebu Bekir ve Ömer gibi tam oturmuş olamaz ki.
Her fıtrat İslam’da kendisine bir yer bulur. Tek tipleştirmek, kavga istemektir. Hem yanlış ve faydasız, hem de boş bir çaba. “Benim aşkım bin bir köşeli” diyor şair…
Bilindiği gibi ruhi haller, duygu ve düşünceler, sezgiler, ilhamlar, keşifler daha çok kişiye göre değişebilen özel ve sübjektif hallerdir. Böyle olunca her sufî, kendi ruhî hallerine, makamına, meşrebine, mizacına, mertebesine, içtimaî durumuna, daha önceki yaşantısına göre, tasavvufa bir tarif getirmiştir. Yani kendini katarak bir tarif getirmiştir. Böylece ortaya birçok farklı tarifler çıkmıştır.
Konu ile ilgili yazılmış ilmi eserlere baktığımızda tasavvuf için yüzlerce tarif yapıldığını görürüz. Bu bolluk ve bereketin sebepleri de işte bu yüzdendir.
Biz, yapılan tasavvuf tariflerinin çoğunu inceledik ve bu tanımlardan şöyle ortak bir tarif çıkardık:
“Tasavvuf, Allah'ın rızasını kazanarak sonsuz saadete ermek için, O'na tam bir itaat ve teslimiyetle nefsi temizleme, kalbi arındırma ve ahlakı güzelleştirme, içi ve dışı nurlandırma, ilahî bilgi ve gerçeklere erme ile bunlarla ilgili usul, edep, erkân, hal ve makamlardan bahseden yüce bir ilimdir.”
Şuna da dikkat çekelim ki, İslam tasavvufu ile diğer din ve felsefelerdeki mistisizm arasındaki en büyük fark, tasavvufun Kur'an ve Sünnete bağlı kalışı, şeriat çerçevesi içinde bir ruhî hayatı öngörüyor olmasıdır. Birçok insan bu inceliği maalesef göremiyor ve İslam Tasavvufu ile sair mistisizmi birbirine karıştırıyor.
Bu karıştırmaya sebep olan bir husus da, unutmayalım ki konunun insan veya insan ruhu oluşudur. Dünyanın her yerinde aynı malzeme üstünde çalışanlar, bazı benzer gerçeklere erişirlerse, bu birbirlerini kopyalamak mıdır?
Başka batıl din ve sistemlerdeki mistisizm belli bir ölçüden mutlak bağımsız olarak kayıt ve şartlardan azade iken, tasavvuf erbabı ruhî hal, zevk, makam, keşif, fikir ve sair değerlerini hep şeriat ölçüsüne vurmuş ve ona ters düşen her ne olursa olsun asla kabul etmeyerek itibara almamıştır. Bu yüzden “zahire ters düşen her batın batıldır” kaidesi hep geçerli olmuştur.
Tasavvuf için yapılan tariflerinin ortak yönleri bir kere daha nazara verelim isterseniz. Bakalım bunlarla İslamiyet arasında bağ var mı yok mu?
İlim öğrenme, bilinenleri ihlas ile yaşama, ahlaklı ve takvalı olma.
Kur'an ve sünnete sıkı sıkı sarılma, Allah Resulüne tam teslimiyet.
Masiva’dan (Allah'tan başka her şeyden) kalben uzaklaşma, dünyaya karşı zahit olma, ibadet, zikir, tefekkür, sohbet, riyazet ve mücahede ile nefsin arzularını kontrol altına almaya çabalama.
Sır saklama ve keşif, ilham, keramet, maûnet gibi birer ilahî ikram olan manevî hakikatları gizleme, ancak ehline açma.
Olay bu kadar basitken acaba tasavvuf ve tarikatlar neden hep gündemde kalmıştır?
Neden bir kelama, fıkıha yapılmayan itirazlar ona yapılmıştır?
Aşağıdaki yorumlara bakılırsa yeni bir seri yazı bizi bekliyor gibi. Ben seve seve girerim ilmî müzakereye, sorulara cevap vermeye. Yorumlarınıza memnuniyetle katılırım.
Biliyorsunuz tek isteğim var, Müslüman edep ve terbiyesine bağlı kalarak sormak, sorgulamak, eleştirmek, yorumlar yapmak. Bu olduktan sonra her konuyu tartışabiliriz.
Daha bir fikri yazarken bile İslam’ın ölçülerini hiçe sayanların ve çok kabalaşarak çirkinleşenlerin burada İslam adına ahkam kesmelerini ve başkalarına ders vermeye kalkışmalarını hiç anlamıyorum. Acaba kendileri bu çelişkiye ne diyorlar? Fetvayı kalplerinden istesinler, bu ağız Müslümana yakışıyor mu?
Haksız mıyım a dostlar?