Tasavvuf Ve Tarikat Şeriat İçindir
Tasavvuf ve tarikatın aslı, esası, temeli ve özü Kuran-ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyyeden alınan şeriattır. Şeri¬ata ters düşen her düşünce ve davranış batıldır, hiç bir değer ifade etmez.
Bundan şunu çıkarırız; tasavvufu her türlü yanlışlık ve sapıklıktan koruyan ve kollayan, şeriattır. Asıl olan Şeriattır. Tasavvufsuz şeriat mümkün olabilir, ama şeriatsız tasavvuf asla mümkün olamaz. Olur diyen zındıktır.
İnsan niçin tarikata girer?
Gayet basit; daha çok namaz, daha çok oruç, sadaka, zikir, fikir, sohbet, Kuran tilaveti, helal ve harama dikkat ile ahlakı güzelleştirme, ihlası yakalama, kötü huy ve davranışlardan kurtulma, hidayet ve istikameti kesintisiz devam ettirme içindir. Böylesine temiz ve güzel bir şekilde tasavvuf ve tarikatların gereğini yapanlara, bunun bir meyvesi olarak muhabbetullah, yani Allah sevgisi lütfedilir. Kaldı ki, sonuçta bu amaçlanmasa bile, ihsan edilen keşif ve kerametler, o aziz şeriatın hak olduğunun açık birer delille¬ridir.
Şimdi buna ısrarla Kuran ve Sünnetten delil isteyenler, şu sayılan daha çok namaz, daha çok oruç, sadaka, zikir, fikir, sohbet, Kuran tilaveti ile ilgili ayet ve hadisleri bilmiyorlar mı? Biliyorlarsa, ayıp olmuyor mu? Yine de isterlerse, veririz canım, ondan kolay ne var!
Bu sayılanlar içinde bir rabıta hakkında doğrudan ayet yok. Dolaylı var ama. Hadi diyelim varsın o dahi olmasın, ne çıkar? Çünkü rabıtaya bir ibadet değil, insan terbiyesinde tecrübeyle faydası görülmüş bir metot olarak bakmanın ne mahzuru var?
Fetvayı kalplerinden istesinler: Kuran-ı Kerîmin öğretilmesinde yeni bir metot ortaya koyan üstadı ayıplamayanlar, insan terbiyesinde yeni bir metot bulan üstadı ne diye ayıplayıp inkar ediyorlar? İnsana bir şeyi öğretmenin bin bir yolu yöntemi olamaz mı? Mesele bu kadar basit!
Binlerce alimin şehadetiyle çok rahat söyleyebiliriz ki, hakiki sufılerin hepsi şeriata bağlıdır. Onların inancı şudur; kim şeriatsız tasavvuf isterse zındık olur. Kim de ta¬savvufsuz şeriat isterse, fasık olur. Çünkü tasavvuf, şeriatı aşkla, şevkle, zevkle yaşayarak korumanın yolu yordamıdır.
Hadi diyelim ki siz bunu da kabul etmediniz, tamam etmeyin, ama bari susun da, edenleri şirk ile itham ederek kendi imanınızı tehlikeye atmayın. Zira anlayana bir cümlede özetleyelim; şirk, ilahın teaddüdüdür.
İşte bakınız, sufiler şeriat ile tasavvuf ve tarikatlar arasındaki ilişkiyi insanlar için şu temsillerle ne güzel anlatırlar:
Şeriat temeldir, tasavvuf binadır. Temelsiz bina olmaz ama, binasız temel olabi¬lir. Fakat temelden maksat da bina yapmaktır.
Şeriat beden, tasavvuf ruhtur.
Şeriat lafız, tasavvuf manadır.
Şeriat şekil, ta¬savvuf muhtevadır.
Şeriat deniz, tasavvuf denizdeki incidir.
Şeriat süt, tasavvuf sütten çıkan kaymaktır.
Şeriat ağaç, tasav¬vuf bu ağaçta yetişen meyvadır. Şeriat ağacında bitmeyen hâl, vecd ve marifet meyvelerine itibâr edilemez. Onun için şeriatsız bir tasavvuf düşünülemez. Fakat tasavvufsuz bir şe¬riat düşünülebilir. Zira bir ağaç meyve vermese de ağaçtır ama bir meyvenin vücuda gelebilmesi için mutlaka bir ağacın bu¬lunmasına ihtiyaç vardır. Lakin ağacın kemâl hâli de meyveli olma halidir.
Bundan dolayıdır ki, İslamda şeriat herkes için mecbur olduğu halde, tarikat ve tasavvuf ihtiyaridir. Çünkü tasavvuf bir kemâl halidir. Buna herkesin gücü yetmeyebilir.
Sufilerin şeriata bağlılıklarınını kendilerinden dinleyelim:
Ebu Saîd Harraz: Zahiri hükümlere aykırı düşen her batın batıldır.
Haris El Muhasibi: Bir kimse batınını murakebe ve ihlasla düzeltirse, Allah o kimsenin zahirini mücahede ve sün¬nete uyma hali ile süsler.
Bayezid Bistami: Bir kimsenin havada uçacak kadar keramet sahibi olduğunu görseniz bile, emir ve nehy karşısın¬da, hudutlara riayet bahsinde ve şeriata tabi olma konusunda nasıl hareket ettiğini tetkik etmeden o kimseye sakın aldanmayınız.
Yine o büyük veli der ki: Havada uçan insanlara mı hayret ediyorsunuz? Leş yiyen kargalar da havada uçmakta. Su üzerinde yürüyen insanlara mı şaşırıyorsunuz? Balıklar da suda yüzmekte. Önemli olan Allah'ın emirlerine uymak ve yasaklarından kaçınmaktır.
Ebu Süleyman ed-Dârâni: Sûfılere mahsus olan bir nükte, bir hikmet ve bir ilham kalbime doğar. Fakat, iki adil şahit; kitap ve sünnet bunun doğruluğuna şahit etmedikçe ka¬bul etmem. Buradan anlaşılıyor ki bir sûfi, içinde doğan ilhamı ayet ve hadis terazisi ile ölçmeden kabul etmez.
Ahmet b. Ebil Havari: Rasulullahın (sav) sünnetine tabi olmadan amel edenin ameli batıldır.
Ebu Hafs EI-Haddad: Zahirdeki edebin güzelliği batındaki edebin güzelliğinin bir unvanı ve ifadesidir. Dış, için aynasıdır. Küp içinde olanı sızdırır. Dışı şeriata uygun olma¬yanın içi de uygun değildir.
Ebu Hafs El Haddad: Sürekli olarak fiillerini ve amellerini kitap ve sünnet terazisi ile tartmayan, şeriata aykırı ola¬bilecek ilhamını ve hatırını itham etmeyen, defterin Allah adamları hanesine yazılamaz.
Cüneyd: Peygamberlerin izini takip müstesna, Allaha giden yolların hepsi kapalıdır.
Cüneyd: Kuran ezberlemeyen ve hadis yazmayan kimselere tasavvuf yolunda tabi olunamaz. Çünkü bizim bu ilmimiz kitap ve sünnetle mukayyettir.
Cüneyd: Bizim bu tasavvuf ilmimiz, Kitap ve Sünnetin esasları ile bağlıdır.
Ebul Hasan En-Nuri: Bir kimse manevi hal sahibi olduğunu iddia eder ve bu hal de onu şeriatın hudutları haricine çıkarırsa sakın öylesine yaklaşmayın.
Şah Şuca el-Kirmani: Bir kimse gözünü haramlardan, nefsini süfli arzulardan korur, içini daimi murakebe ile, dışını sünnete tabi olarak imar eder ve kendisini helal yemeğe alıştırırsa onun feraseti hata etmez. Verdiği hükümler ve yaptığı tahminler tam isabet eder. Böyle birisine gelen ilham hatalı olmaz, sıhhatli olur.
En-Nasrabazi: Tasavvuf, heva, heves ve bidati terkederek kitap ve sünnete dört elle sarılmaktadır.
Zunnun: Allahı seven kişinin ona aşık oluşunun ala¬meti fiilinde, ahlakında, emrinde ve sünnetinde Allah sevgili¬sine tabi olmasıdır.
Seriyyu's-Sakati: İnsan önce zühd ile işe başlar, sonra hadis ve zahir iİlimleri tahsil ederse ayağı sürçer, hata eder; fakat önce hadisi ve zahir ilimleri bilir de sonra zühde ve ta¬savvufa intisab ederse işini sağlamlaştırmış olur.
Ve nihayet kendisinden Arapça okuyarak Fıkıh ve tefsir dersleri aldığım muhterem hocam Ahmet Fethullah Camî buyurur:
Şeriata sarılma mertebesin¬den daha üstün bir mertebe yoktur. Tarikat ehlinden bazıları, tarikatı şeriattan üstün tutmaktadırlar. Bu onların cehaletinden kaynaklanmaktadır. Eğer onlar Şeriatın, Cebrail aracılığıyla Yüce Allah'dan Peygambere vahy olduğunu ve tarikatın Şeri¬atın bir parçası olduğunu bilselerdi, kesinlikle parçayı, "asl"a tercih etme yoluna gitmeyeceklerdi.
Allah'a yemin olsun ki, başım kesilme pahasına bile olsa şeriattan başkasına tabi olmam. Tarikat da ondan bir parçadır.
İnsan şer'i şerife uymakla ve Peygamberin miracın gölgesinde bir yola girmekle Şeriatın mahiyetini kavrar, sonra şöyle der:
Allah erlerinin izledikleri yolun vardığı son nokta Muhammedî olan şeriatımızdır. Bu nur size açılıncaya kadar şeriata sarılmaya devam ediniz. Bu nur Rasulullah'ın (s.a.v.) nurudur. Bu makamda onun nurundan daha büyük nur yoktur."
Bu konuda büyüklerin nice güzel sözleri vardır. Bir makale için belki bu kadarı dahi fazla idi. Ama konu¬nun önemi bunu gerektirdi.
Son sözü, çağın büyük mürşidi Sultan'ul Ârifîn Mahmut Sami Ramazanoğlu'na bırakalım:
"Velayetin kemâlâtı; şeriatın sureti neticesidir. Nübüvvetin kemâlatı ve hakikati dahi, şeriatın semeresidir."
Kardeşlerim, beleşe kaçmayın, ucuz etin yahnisi yenmediği gibi ucuz cahilin sözleri de dinlenmez. Çok okuyun, araştırın, inceleyin. Kendi din ve medeniyetimizin klasiklerini okuyup anlamaya çalışın. Sonra bir düşünün, muhasebesini, murakabesini yapın, içselleştirin, özümseyin. Sonra da insaf ve adalet ile yazın, konuşun.
Ama yazarken de, yaparken de, konuşurken de, unutmayın ki bu din baştan başa edeptir, ahlaktır. Peygamber Efendimizin (sav) gönderiliş amacı da mekari-i ahlakı itmam içindir.
Yorumcular bu açıdan çok da hoş bir görüntü sergilemiyorlar, lütfen dikkatli olup sınıfta kalmasınlar.