Cemal Nar

Cemal Nar

Tasavvufun Kaynakları

Tasavvufun Kaynakları

Hatırlarsanız, “Tasavvuf, İslamî ilim dallarından birisidir, kaynağı Kur’an ve Sünnettir. Bu itibarla, Resulullah (sav) Efendimize nübüvvetin gelişiyle başlar” demiştik.

Daha sonra da onunla diğer din ve sistemlerdeki “mistizm” adı altında yapılan “ruhi araştırmalar” arasındaki en büyük farkın, tasavvufun Kur’an ve Sünnet kaynaklı olup şeriata sıkı sıkıya bağlı olması gerçeğini yazmıştık. Şimdi İslam Dininin iki asıl kaynağı olan Kur’an ve Sünnette tasavvufu göstererek asr-ı saadette yaşanan tasavvufa dikkat çekelim.

Tasavvufun birinci kaynağı Kür'andır. Sufîler, Kur'an’ı okumuşlar, hatta bir zikir olarak "vird" edinmişler, belli “hizbleri”, yani Kur’an-ı Kerîm’in bölümlerini kendilerine ders edinmişlerdir. Bir yandan çok okumuşlar, bir yandan da üzerinde derin derin düşünmüş, tefek¬kür, tezekkür, tedebbür etmişlerdir.

Bu derin tefekkürler sonu¬cu ayetlerden kalplerine yepyeni, orijinal “tasavvufî - işarî” manalar dam¬lamış, özel yorumlar yansımış, bir çok sırlar açılmıştır.

Tasavvufun ana konularını göz önüne aldığımızda, bü¬tün bu ameli ve ahlâki esasların Kur'an’dan alındığından asla bir tereddüt kalmaz. Mesela, bir sufînin önem verdiği amellerden teheccüd namazı ve gece ibadeti, zikir, sohbet, oruç, Kur'an okuma, salihlerle beraberlik, nafile namazlar, hizmet vs. düşünelim.

Yine tarikatlarda usul-ü aşere denilen tevbe, zühd, tevekkül, kanaat, uzlet, zikre devam, hakka teveccüh, sabır, murakabe, rıza gibi temel esasları ele alalım. Veya iba¬det, takva, vera, sıdk, ihlas, fakr, şükür, kanaat, istikamet, mücahede, vecd, istiğrak, muhabbet, aşk, cezbe, havf, reca, hu¬zur, marifet vb. gibi burada sayamayacağımız hal, makam, edeb ve ah¬laka dair olan kavramları inceleyelim. Görürüz ki bütün bun¬lar, Kur'an'ın kavramlarıdır. Oradan alınıp yorumlanmış ve yaşanmışlardır.

Tasavvufa Hind, Yunan, İran, Eski Mısır, Yahudi ve Hıristiyanlık¬tan kaynak arayanlar, eğer inanılması zor olan bir cehalet içinde değillerse, cidden büyük bir insafsızlık içindedirler.

Tasavvufun ikinci kaynağı sünnettir. Hz. Peygamber (sav)in bütün sözleri, işleri ve tasvipleri olan sünnet, O'nu "ûsvetün hasenetün”,(Ahzap, 31.) yani “en güzel örnek” olarak kabul etmiş sufilerce ölçü alınmış ve uygulanmaya çalışılmıştır. İnceleyenler iyi bilir ki O'nun manevî, ruhî, kalbî, derunî, zühdî, ahlakî hayatı ve gece gündüz çeşitli ibadetleri, tasavvufî hayatın en mükemmel örneğidir.

Tasavvufun ana konularını ve kavramlarını hadis kitapla¬rı ile karşılaştırdığımızda bu gerçeği açıkça görürüz. Hatta bun¬ların sünnetten asılların gösteren özel hadis kitapları da derlen¬miştir. Ahmed b. Hanbel, Abdullah b. Mübarek, Ahmet bin Ömer bin Dahhak, Muhammed bin Ziyad, Beyhakî ve Ca’fer el-Huldî'in "Kitabu'z Zühd" çalışmaları ile Nevevî'nin "Ezkâr"ı, Neseî ve İbni Sinnî'nin "Amelü'l Yevmi ve'l Leyl”leri, Ali Eşref et-Tanevî'nin "Hadislerle Tasavvuf” diye çev¬rilen iki eseri başta gelen örnekleridir.

Böyle olması tabiidir. Çünkü, Allah sevgisine erişmek, peygambere uymaktan geçer.( Al-i İmran, 31.)

Sufiler, "yolumuz, sünneti yaşamaktır" derler. Hatta onlar, terki halinde bir günah, hatta mahzur dahi olmayan Peygamberimizin bir insan olarak özel hayatın¬da yaptığı beşerî işlerini bile, bir ibadet niyetiyle ve sanki vacipmiş gibi değer vererek terk etmemişlerdir. Yani nafile, tatavvu, mendup, müstehap, edeb denilen işleri bile mümkün mertebe ihmal etmemişlerdir. Bid'atlardan ise son derece kaçınmışlardır.

Kuşkusuz bu “sünnete ittiba” yani “Peygambere Uyma” işi, her şeyden evvel sünneti bilmeyi gerektirir. Bu yüzden gerçek sufîler hadis okumaya çok önem vermişlerdir.

Şimdi bazılarınızın içinden geçenleri okur gibiyim: “Şu piyasada yaşananlar için mi bütün bu yazılanlar? ”

Eğer yazılan ile yaşanan arasında çok büyük farkın olup birbirini tutmaması onu terk etmeyi gerektiren bir sebep olsaydı, bizim aynı zamanda şeriatı de terk etmemiz gerekirdi. Zira yazılanlar ile yaşananlar arasındaki fark ortada. Şeriatı yaşamayan şeriatçı Müslümanlara bakarak şeriata karşı çıkmak neyse, tasavvufu yaşamayan Müslüman sûfîlere bakarak tasavvufa karşı çıkmak da odur.

İnanmayanlar, aşağıda yorum yapan şeriatçıların çoğunun kaba saba dil ve üslubuna baksınlar. Bu mudur Müslüman nezaketi?

Ya şu sözde yorum yapan sûfilerin çoğuna ne demeli? Bu mudur Sevgili Peygamberimizin (sav) tamamladığı güzel ahlak?

Kendimi de katarak şeriatçı, tarikatçı, hakikatçı ve marifetçi bütün din kardeşlerime söylüyorum; nereye gitti ensar ve muhacir ruhu? Nerede Allah aşkına “muâhât”? Nerede “birbirinizi sevmedikçe mümin olamazsınız” hadisindeki hakikat?

Allah Teâlâ’nın emri olan din kardeşlerini sevmek ve kendine tercih etmek bu mudur?


Önceki ve Sonraki Yazılar
Cemal Nar Arşivi