Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Müslümanım, yedi yıldızlı otel müşterisiyim!

Müslümanım, yedi yıldızlı otel müşterisiyim!

Gazetelerde okudum: “Dindar” olarak tanınan müteahhitlerin beş yıldızlı ve dahi yaldızlı “residence”ları (rezidans diye okunurmuş) bir buçuk milyoncuk (eski para ile birbuçuk trilyon) fiyatla kapanın elinde kalıyormuş...

Yine “dindar” olarak tanınan birinin yedi yıldız verdiği otel pazarlaması yok satıyormuş...

Satanlar da “dindar”, alanlar da “dindar...”

Derler ya hani, “Alan razı, satan razı, sana ne oluyor?”

Eh, diyen de haklı galiba! Alanın satanın rızası tam: Bir de “Allah rızası” olsa!

“Bu ne deli para” demeyeceğim, çünkü “zenginin malı züğürdün çenesini yorar”, ama izninizle hayalen de olsa şu yedi yıldızlı otele “müşteri” (onlar misafir dese de müşteri “müşteri”dir) olmak istiyorum...

Hayal etmeye çalışayım...

“Dindar ve zengin vatandaş” olarak lüks otomobilimi (yedi yıldızlı otele döküntü bir arabayla gidilmez herhalde) kapının önüne çeker çekmez, eski Portekizli generaller gibi giyinmiş bir “kapıcı” otomobilimin kapısını açıyor...

Cakalı cakalı arabadan iniyorum. “Küçük dağlar benden sorulur” havasında başımı dikip (öyle bir arabayla böyle bir otele gelen kişi mütevazı olacak değil ya) bakınıyorum. Onca şaşaalı görüntüyü beğenmez gibi yapıp dudaklarımı hafiften kıvırıyorum. Bunu yapmak zorundayım: Zira köyde doğmuş sonradan görme biri olduğum anlaşılmamalı. Hayatım böyle yerlerde geçiyormuş gibi görünmeliyim.

Bu konuda çaba harcarken, karşılama seremonisi devam ediyor...

Araçları parka çekmekle görevli “vale”, lüks otomobilimi otelin parkına çekmek için direksiyona geçiyor. Portekizli generaller gibi giyinmiş kapıcı beni anında ortaya çıkan bir “teşrifatçı”ya teslim ediyor. Elimdeki valize yapışıp “buyur” çekiyor. Hava yağmurlu olduğu için tepeme şemsiye tutuyor. Korumaların şemsiye tuttuğu “büyük adam” havalarında kırmızı halıda yürümeye başlıyorum.

Her şey ne kadar “önemli biri” olduğumu söylüyor. Yani çok para kazanınca “sıradan vatandaş”lıktan kurtulmuş, bir anda VIP olmuşum.

VIP: Önemli adam...

Daha birkaç sene öncesine kadar tarlada bata-çıka yürüyen sanki ben değilim...

Köy meydanında yapışkan çamurlara saplanıp kalan sanki ben değilim...

Bir şemsiye bile satın alamadığımdan, Karadeniz’in sürekli yağmurları altında sırıl sıklam olan sanki ben değilim...

Tek potini eskimesin diye kasaba sınırına kadar lastik ayakkabıyla gidip potinleri sınırda giyen sanki ben değilim...

Sanki dedem de, babam da, anam da kırmızı halıların üstünde yürümüş!

Neyse...

Çok para kazanmışım, boru değil! Bir çırpıda sınıf değiştirip, önemli adamlar safına katılmışım, ne sandınız!

Üçüncü görevli ile döner kapıya yaklaşıyoruz. Döner kapı tembihli midir nedir, yaklaştığımı görünce kendiliğinden dönmeye başlıyor. Bir şey sürekli dönerse, başım döner. Bir an kendimi kötü hissediyorum.

“Alışmadık parmakta yüzük durmaz derler”, döner kapıyı geçerken, yavaş davranmış olmalıyım ki, arkadan çarpıyor, yere kapaklanmama ramak kalıyor. Bereket zamanında toparlanıyorum. Peşimdeki apoletli adam sürekli özür diliyor. Beni değil, döner kapıyı suçluyor. Anlıyorum ki, yeteri kadar paranız olursa, kimse sizi suçlamaz. Eh, bende yeterinden fazlası var.

Kendimi “Reception” (bu “Recep” kimse çok meşhur olmalı ki, her “müracat”ın üstünde adı yazıyor) denen bankın önünde buluyorum...

Biri kız (aaa, başörtülü bir kız!), biri oğlan, iki kişi sırıtarak yüzüme bakıyor ve otele gelmekle oteli şereflendirdiğimi filan söylüyorlar...

İçimden, “Elbette şereflendireceğim” diyorum, “ben bugüne bugün çok önemli bir adamım! Çok önemliyim, çünkü çok param var.”

Hayali yolculuğumuza başka bir yazımızda devam edeceğiz.






Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi