Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

“Toplumu kendi çizgimize çekeceğiz çocuklar!”

“Toplumu kendi çizgimize çekeceğiz çocuklar!”

Sulusepken serpiştirdiği kış günlerinden birinde, Başöğretmen Hikmet Bey, (daha önce de söylediğim gibi, çocukluğumun ilkokullarında müdür yerine başöğretmenler vardı) beni tahtaya kaldırdı:
“Türklerin dünyaya dağılışını anlat” dedi, “Hani şu büyük göçü.”
Ders kitabında okuduklarıma çocuk safiyeti katarak anlatmaya başladım:
“Orta Asya kuraklıktan kurumuştu...”
Kitaptaki her kelime doğruymuş gibi, bula bula benim yanlışımı buldu: “Orta Asya değil, iç deniz kurudu.”
“He” dedim, “İç deniz... Kuruyup verimli topraklar çoraklaşınca, Türk boyları, yani büyük büyük atalarımız dünyanın dört bucağına göç ettiler. Gittikleri her yere üstün medeniyetlerini de götürdüler. O arada bizim büyük büyük büyük atalarımızın payına Anadolu düştü. Anadolu’ya geldiler. Kimimiz doğusuna, kimimiz batısına, kimimiz güneyine, kimimiz kuzeyine yerleştiler..."
"Anlaşıldı, devam et..."
"Zamanla aksanımız farklılıklar gösterdi. Bazı bölgelerde Türkçe’den farklı diller türedi. İklim şartlarından dolayı insanlarımızın bir kısmı esmerleşti. Bugün yurdumuzun Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde yoğun olarak yaşayan vatandaşlarımız böyledir. Aslında onlar da katıksız Türk'tür."
"Peki neden Kürt olarak anılıyorlar?"
"çünkü, yaşadıkları bölge çok dağlık. Fazla kar yağıyor. Kar yağınca her taraf buz tutuyor. üzerine bastıkça da buzlar kırılıyor. Kırılınca kart-kurt diye sesler çıkıyor. Kart-kurt sesleri zamanla Kürt şeklini alıyor. O bölge halkı da bu isimle anılıyor: Kart-kurt=Kürt."
Sözün burasında saf saf sordum: “Ya Lazlar?..”
Bana çok kızdı: “Bir de Laz çıkartma başımıza” diye bağırdı, “Hepimiz Türk’üz!”
“Ya Japonlar?” diye ilk aklıma geleni sordum, gafımı unutturmak için; “Onlar da mı Türk?”
“Japonlar değişik millet, ama Kızılderililer Türk’tür” dedi.
"Peki ya Avrupalılar?" diye sordum bu kez.
Bu konuyu anlatırken Başöğretmenimiz öyle heyecanlanırdı ki, adeta transa girer, gözü dünyayı görmezdi. Gözleri yarı kapalı, elleri araksında, vücudu gergin, anlattıkça anlatırdı:
"Bütün Avrupalılar da esasında katıksız Türk'tür. Bizimle birlikte Orta Asya'dan göçmüşler. Bir ara yolları Avrupa'ya düşmüş, biz Anadolu'ya yerleşirken, onlar Avrupa'ya yerleşmişler. Avrupa dillerinde bulunan çok sayıda Türkçe kelimeden bunu anlıyoruz. Yani bütün dünya milletleri Türk milletinden, bütün dünya dilleri de Türkçe’den doğmuştur. Buna Güneş Dil Teorisi deniyor..."
Vakti zamanında, sözde tarihçiler bu masala inanmış gibi yaparken, Türkiye’nin yetiştirdiği en büyük tarihçilerden Ahmet Refik burun kıvırıyor, bu yüzden yönetimin hışmına uğrayıp önce üniversitedeki kürsüsünden atılıyor, sonra tüm devrim yobazları tarafından aşağılanıyor, hakarete maruz kalıyor, dünya cehennemine atılıyordu, fakat Hikmet Bey’in umurunda değildi.
"Şu halde, Türkiye Avrupa'nın, Avrupa Türkiye'nin bir parçasıdır. Böyle olunca da Avrupalı gibi giyinmemiz, Avrupalı gibi yazmamız, Avrupalı gibi yaşamamız, Avrupalı gibi düşünmemiz, Avrupalı gibi yürümemiz, Avrupalı gibi oturup kalkmamız..."
Bir söz isteyip sordu: “Halkımız neden şu anlattıklarınızı benimsemiyor peki?”
“çünkü onlar cahil” diye bağırdı suratıma, “Hepsi kara cahil. Kara cahiller doğru ile yanlış arasındaki farklı bile bilmezler. Siz öğreneceksiniz ve onlara da öğreteceksiniz. Halkı kendi çizginize çekinceye kadar halkla mücadele edeceksiniz.”
Sonra avaz avaz sordu: “Anlaşıldı mı?”
Bir öğretmen edasıyla değil, bir komutan edasıyla sormuştu. Neredeyse küçücük bir öğrenci olduğumu unutup, “Anlaşıldı komutanım!..” diye bağıracaktım. Bereket versin tam zamanında kendimi toplayıp, arkadaşlarımın koro halinde verdikleri cevaba katıldım:
“Anlaşıldı öğretmenim.”
Başöğretmen Hikmet Bey, bir süre dalgın dalgın duvara baktıktan sonra, konuşmasını tamamladı:
“Bizim millet vakti zamanında (bu sözü çok severdi) şapkaya da direnmişti. Burnumuzun dibindeki Trabzon’la vilayetimiz Rize dâhil, bir çok yerde gericiler, ‘Şapka Müslüman kıyafeti değil’ diyerek ayaklandılar. Bunun üzerine Hamidiye isimli savaş gemisi Trabzon ve Rize’yi bombaladı.”
Derin bir nefes alıp devam etti:
“Zoru gören isyancılar, ‘Atma Hamidiye atma, şapka da giyeceğuk, vergi de vereceğuk’ diyerek teslim oldular. Oldular da paçayı kurtardılar mı? Asla! Şapka yüzünden Rize'de 8, Maraş'ta 7, Erzurum'da 4, Sivas'ta 3, İskilip'te 2, Menemen'de 28 olmak üzere, diğer yerlerle birlikte toplam 78 kişi idam edildi.”
“Vay canına!..” diye bağırmışım, farkında olmadan; “Alt tarafı bir şapka.”
“Şapka ama…” dedi Başöğretmen Hikmet Bey, “Basit görmemek lâzım. İnkılâplar bir bütündür. Biri delinirse, arkası gelir. İnkılâpları deldirmemek lâzım... Bu yüzden devlet milleti başıboş bırakmaz. Kendi çizgisine getirinceye kadar uğraşır. Yarın siz de uğraşacaksınız.”
Bizim Başöğretmen halkı biçimlendirmeye amma da meraklıydı.


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi