Kendimi takdir ediyorum: Aferin bana!
"Efsaneler zombi gibidir, kolay öldürülemezler" başlıklı yazı, iki farklı karakterde okuyucu tepkisine yol açtı: İlki, "Bu efsaneyi ben de duymuştum, demek doğru değilmiş; keşke gerçek olsaydı!" yolunda tesbitler; ikincisi ise, "Sen Mimar Sinan'a zombi dedin, hemen diz çök ve özür dile" şeklindeki saydırmalar. Hangisinden başlayalım; "Saydırma" neviinden başlayalım!
"Öncelikle Mimar Sinan ve şişe içindeki mektubu konusunda ne söylemek istediğinizi tam olarak anlamış değilim, ancak anladığım bir şey özellikle son 10 yıldır Türk milletine ve Türk lafzına Zaman gazetesi ve malum grubu tarafından zarar verilmeye çalışılmasıdır, üstelik İslam-Müslümanlık adı ve kisvesi altında... (Bizim gazeteye acıyorum bazen; biz yazarlar olarak ne yapsak tokadı Zaman gazetesi, hatta Türklük-Müslümanlık yiyor!) Zatı-alinizin Mimar Sinan ve şişe içindeki mektubu konusundaki tutarsızlıkları sıralayıp böyle bir olayın olmadığını-olamayacağını söyleme şekliniz de aynı tutarsızlıkta değil mi? Mesela diyorsunuz ki 1970 veya 1980'lerde TRT 3'te bu konu işlenmiş demeniz kelimenin tam anlamıyla ve de amiyane tabirle (İsmini bizden esirgeyen değerli okuyucu, burada üç harften oluşan vücudun oturak yerini anlatan bir kelimeyi tercih etmiş) mantıktan ibarettir... 1970 veya 1980'de TRT 3 falan mı vardı? (Alıntı yaptığım kişinin sözlerini benim söylediğimi zannederek saydırıyor) Kusuruma bakmayınız diyemeyeceğim, kusuruma bakınız ki kendinizi, cemaatinizi (sözü ne zaman 'Cemaat'e getirecek diye bekliyordum; Bingo!), gazetenizi ve haliyle yanlışlarınızı düzeltiniz... Yanlışlıklarınızı düzeltmediğiniz sürece yanlışlarınızın oluşturduğu ve gün geçtikce büyüyüp girdap haline gelen süreçte boğulup gideceksiniz.... (İyi de ne alâka yani?)
Uydurma mektupla islam'ın ne ilgisi var?
Bahsi geçen ve dolaylı olarak çamur atmaya çalıştığınız Mimar Sinan ve mektubu konusunda gerçekten samimi ve ciddi olarak bir araştırma yapmak istiyorsanız 1985-1989 yılları arasındaki Marmara Üniversitesi Tarih bölümündeki Sanat Tarihi dersleri veren hocayı bulursanız o olayın gerçek olup olmadığını öğrenirsiniz. Tabii ki derdiniz gerçekten doğrulara ulaşmaksa. Hocanın adını da kasıtlı olarak vermiyorum, mademki gazetecisiniz arayıp bulun. (Hocasının ismini açıklarsa kiralık kaatil tutup vurduracağımdan çekiniyor galiba!) Bir de bu olay gerçek olmasa bile ne yazar, milletin düşünce alanını genişleten ve o kadar ileri derecede geleceği düşünmenin de gerekliliğini vurgulayan ve bu durumla günümüz gerizekalı, kısır ve günübirlik çıkarcı siyasilerin ve aydınların durumu hakkında bir kıyaslama yapabilmemizi sağlayan menkıbe veya hikayelerin ne zararı olabilir ki (İşte bu, işte bu diye haykırmak istiyorum; sesim çıkmıyor!)? Kaldı ki bu olay yüzde 100 gerçek olduğu halde...
En son kısımdaki tesbitleriniz veya tesbit şekliniz de yanlışlarla dolu. Zira aynı mantığınızı İslamiyet-Peygamber-Hadisler konusuna da uyguladığınızda veya uygulamaya kalktığınızda hangi sonucun çıkacağını söylememe gerek yok sanırım (Uydurma mektupla İslamiyet'in ne ilgisi var ki?). Dolayısıyla sadece yazmış olmak dışında yazmaya çalışın veya bırakın adam gibi birileri doldursun o köşeyi de (Editörüme kendimi ihbar ediyorum işte) taaaa Japonyalar'daki benim gibi birilerini rahatsız etmemiş olursunuz (Bunun gibi birilerinin taa Japonyalarda ne aradığını merak etmiyoruz. Arz geniş!).
Umarım aynı sayfanızda kocaman bir özrünüzü de görürüz. Özür dilemesini bilmeyen Mevlâ'dan af dilemesini de bilmeyen demektir. Sağlıcakla kalmanızı ve yanlışlardan en kısa zamanda çarketmenizi dilerim..."
Mektup aynen böyle; daha doğrusu böyle değil, çünkü millî mefahir adına beni bir güzel haşlayan ama ismini vermeyen akıllı okuyucumuzun yazdıklarını okunur hale getirmek için otuz civarında düzeltme yapmam gerekti. Fedâ olsun.
Bir başka mektupta, "Mimar Sinan efsanesine 'Zombi' gibi çirkin bir benzetme yapmanızdan dolayı özür dilemem" hatırlatıldıktan sonra yazının sonundaki ikinci maddeye eleştiri yöneltiliyor: "Yazınızın sonundaki 2. madde doğru değil maalesef. Neden mi? Şimdi açıklıyorum; bu arada size şu anlatacaklarım kesinlikle bir efsane değil, bunları da belki diğer bir yazınızda 'Meğerse bazı efsaneler gerçekmiş' şeklinde yazarsınız." Okuyucumuz mektubunun devamında Mostar Köprüsü'nün yıkıldıktan sonra bir Türk şirketi tarafından yeniden inşası esnasında Almanların devreye girerek, köprü kemerinin nasıl olup da yüzlerce yıl dayandığını araştırmak için MR çektiklerini, bu arada taş aralarına kurşun döküldüğünü tesbit ettiklerini anlatıyor.
Nedir bu 2. madde, ne söylemişim ki, bazı okuyucular bu kadar infial gösteriyorlar" diye o meşhur 2. maddeyi yeniden hatırlatıyorum; aynen şöyle: "Gerek Mimar Sinan, gerek diğer Osmanlı mimarlarının uyguladığı yapı teknikleri öyle esrarengiz, bilinemez mahiyette şeyler değildir; ele geçmeyecek olan, Mimar Sinan'ın halef ve seleflerinin o zor ele geçen tenâsüb (proportion) ve güzellik kavrayışlarıdır. En âlâsından taş kemer inşa etmeyi hiç unutmamıştık ki, yeniden keşfedelim; keşfi gereken o zihin dünyasının kendisidir."
Hay ağzıma sağlık yahu! Budalalıktır filan ama işte kendimi alenen takdir ediyorum; bravo bana!
Ha, unutmadan ilave edeyim: Kemer denilen formu, Romalılar icat etti arkadaşlar. Ayrıntılı isbat isteyenler Romalı Mimar Vitruvius'un "Mimarlık Üzerine On Kitap"ını inceleyebilirler. Kitap MS. 1. yüzyılda kaleme alınmıştı! Kemer aralığı ile yüksekliğin belirlediği eğime göre kesilen kemer taşlarının oyularak içine kurşun akıtılması veya demir bağlantı perçinleri eklenmesi de, -bazılarının hayâlleri yıkılacak olsa bile- bir Osmanlı, hatta bir İslâm-Türk icadı da değildir; bu teknik, mesela MÖ 2. yüzyıldan beri Eski Yunan'da biliniyordu; Anadolu'da örneği çoktur. Kemer, tonoz veya kurşun perçin gibi icatları bizden birilerinin yapmamış olmasından utanmamız gerekmiyor. Kültürler arasındaki alışverişten ötürü bu gibi geçişkenlikler son derece fazla ve tabiidir; bu gibi teknoloji unsurlarını din ve nesep libası geçirerek sahiplenmek bizi komik duruma düşürebilir (Bkz. Şekil A ve B)
Efsane bol, ciddi yayın yok
Keşke Mimar Sinan veya bir başka Selçuklu-Osmanlı mimarı bize gerçekten böyle bir mektup bırakmış olsaydı ama böyle bir belge yok. Bunun pratik bir sebebi var; böyle bir mektup bırakmayı lüzumsuz gördükleri açık; zira binanın kendisi, nasıl inşa edildiğine dair sayısız ders ve örnekle dolu; kaldı ki onlar, 400-500 sene sonra gelecek torunlarının "kemer taşı nasıl kesilir, bağlantı kurşunu nasıl akıtılır" gibi sıradan tekniklerden habersiz oluşlarını akıllarına bile getirmemiş olmalılar!
Madem söz açıldı, size daha dikkat çekici bir hususu açıklayayım: Mimar Sinan'dan bize hemen hemen hiçbir belge kalmamıştır; iki önemli örnek hariç: Bunlar Sai Mustafa Çelebi'ye Mimar Sinan dikte ettirerek yazdırdığı Tezkiretü'l-Bünyan ve Tezkiretü'l-Ebniye isimli tezkirelerdir (İki eser diye geçiyor ama aslında tek kitap saymak daha doğru; baskıları aynı kapak altında yapıldı ve biri uzun öteki daha kısa iki benzer metin söz konusudur).
Daha ilginç olanı şu: Sinan'dan bize tek yaprak plan, proje, taslak, eskiz kabilinden belge de kalmış değildir. Buradan hareketle eski mimarların taslak veya çizim yapmadan çalıştıkları sonucuna varamayız; şüphesiz çizim yapıyorlar ve çizimlerinde ince hesapları ustalara gösteriyorlardı, zira, diyelim ki Şehzade Camii veya Büyükçekmece Köprüsü gibi binaları hesaba dayanmayan ince çizimler olmaksızın inşa etmek mümkün değildir.
Ne oldu o çizimler, taslaklar, projeler?
Eserlerinin fotoğraflarını ve teknik tahlillerini yapan güzel kitaplar kaleme alındı ama, Prof. Dr. Selçuk Mülayim'in "Sinan bin Abdülmennan" (İsam Yayınları) sayılmazsa Sinan'ın hayatına dair şöyle dört başı mâ'mur bir biyografi kaleme alınmamıştır. Efsane bol fakat ciddi yayın yok denecek seviyelerde; bu durum size neyi hatırlatıyor?
"Sen Sinan'ın eserine zombi diyemezsin" diye öfkelenerek şu satırların yazarına terbiye sınırlarını zorlayan mektuplar yazan sanatsevenler acaba Sinan haricinde üç Osmanlı mimarının, beş hattatın, iki kalemkârın, dört müzehhibin ismini sayabilirler mi? Osmanlı mimarlarını geçtim, yaşayan beş ünlü Türk mimarının adını saysınlar, ona da razıyım. "Buyrunuz hep birlikte sanat tarihi tahsil edelim" demiyorum, fakat bilgi olmaksızın alelacele kaleme alınan tenkid mektupları sadece sahibinin yüzünü kızartır, onu anlatmak istemiştim sadece.