AB Süreci ve Etnisite Meselemiz
Türkiye hala asırların birikintisi ve tortusu olarak devraldığı ve her çözümsüzlükte daha da büyüyen problemlerle boğuşmaya devam ediyor.
Sadra şifâ olamayacak, ülkeyi küresel güç aktörlerinin eline düşmekten koruyamayacak ve gelecek nesillere daha büyük problemler devretmekten başka bir netice de sağlamayacak projelerin peşinde koşmaya devam etmenin faydasının olmadığı gün gibi ortada...
Öncelikleri belirsiz ve netice odaklı olmayan yoğun trafikler ve gündemler sergileyerek, hissi tepkiler üzerinden arzulu ve başarılı olunduğu izlenimi yaratılsa da, ülkeyi yönetenlerin ürettiği “söylem” ve “eylem” çelişkileri giderek artıyor. Hükümetin söylem ve eylem çelişkileri ile yürütmeye çalıştığı en önemli meselelerin başında, AB süreci ve etnisite meselesi geliyor. Bilhassa etnisite meselesi, tam bir siyasi ve kültürel fay hattı üzerinde bulunan Türkiye için apayrı bir ehemmiyet taşımaktadır.
Kezâ Kürt meselesi krizini yönetenler ve yürütenler, dünyadaki etnikçi hareketlerin teorik altyapısı, diğer ülkelerdeki etnikçilik akımları, gelişimleri, tartışılan çözüm yolları ve alınan ve/veya alın(a)mayan sonuçlarını iyice bildiklerini sanmıyorum. Nihayetinde üretilecek politikalar da, ancak, esen rüzgârlara göre yön değiştiren, sloganlara dayalı ve hiçbir çözüm getirmeyecek olan sıhhatsiz politikalardan başkası olmayacaktır.
Türkiye’nin bir Kürt etnisitesi vardır, bu doğrudur; ne var ki, sadece bu unsurun varlığından hareket ederek, bu derece kanlı ve bu derece mukavim bir etnik bölücü terörist hareketin çıkması normal şartlar altında izah edilemez.
Türkiye, tarihinde ilk defa ayrılıkçılık ve bölücülük problemi yaşayan bir ülke olmayıp, hatta bu konuda en zengin tarihî tecrübeye de sahip bulunmakla, bu meselenin kökenlerini anlamakta, kavramakta zorlanması akıla ziyan bir zafiyettir.
Meselenin basitçe aslı şudur: Türkiye, bu bölgedeki bin yıllık varlığı ile bu bölge üzerinde iddiaları ve çıkarları olan birçok gücü rahatsız etmiştir; bugüne kadar ve bugün de etmeye devam etmektedir. Bu tarihi iddialar ve çıkarlardan ileri gelen hesaplaşmaların boyutları ve aldığı neticeler, İmparatorluğumuzun etnisitelerinin nasıl isyanlara sürüklendiği ile belgelenmiştir; nitekim 19’uncu asrın başından itibaren, yabancı güçlerin büyük siyasi, fikri, lojistik desteği ve finansları ile “başlatılan” etnik isyanlar, İmparatorluğumuzu dışarıdan gelen askeri güçlerden daha fazla yormuştur. Mesela, Yunan ayaklanması, Bulgar ayaklanması ve sonra bu ayaklanmaların bastırılamaz hale gelmesi, hepsi üç aşağı beş yukarı bu şekilde başlamış ve bu şekilde sonuç almıştır. İşte Türkiye’nin kendi şahsına münhasır durumu burada açığa çıkmaktadır. Örneğin Fransa’nın, İngiltere’nin, İspanya’nın ve hatta Amerika’nın etnisiteleri ve etnik problemleri vardır; ama bugüne kadar hiçbir yabancı güç bu ülkelerde bu etnisiteler üzerine kışkırtıcı birtakım tezgâhlar kurmamış veya kuramamıştır ve bu sebeple de bu ülkeler kendi etnik problemlerini kendi şartları ile çözmekte veya çözmeye çalışmaktadırlar. Türkiye ise, karışanı, tahrik edeni haddinden fazla olduğu için, bir türlü kendi etnik problemini salim bir şekilde kendi içinde çözebilecek bir halde bulunamamaktadır.
Hükümetin, Avrupa Birliği konusunda, AB'nin dayandığı felsefî temel, bu temelin tarih içerisindeki oluşumu, teorisi, gayesi, kurumları, üyeler arasındaki ilişkileri, birliğin geleceğine yönelik tartışmaları göz ardı ederek ürettiği politikalar nasıl ki kötü ve başarısızlıkla neticelendiyse, etnisite meselesi konusunda da aynı duruma düşme ihtimali çok yüksektir...
Birçok devletten bir tek devlet çıkarmak hedefini güden AB, ilke olarak, kendi üyelerini bile parçalamaya çalışmaktadır. Nitekim, İspanya’nın zaten önce de var olan ademi merkeziyetçi yapısı, AB sürecinde tam bir dağılmaya girmiş ve bugün git-gide merkezden kopma sürecine giren on yedi otonom bölgeye ayrılmış bulunmaktadır. Bu, AB’nin, federal veya konfederal bir statüde örgütlenebilmesi için gereklidir.
Bu noktada Türkiye’nin özel ve farklı bir yeri yoktur; Türkiye’nin özel ve farklı yeri şuradadır ki, diğer devletler üyelikten sonra bu süreçle karşı karşıya kaldıkları halde, Türkiye, bir saplantı haline getirdiği tam üyelik sürecinde, yani üye olmadan önce parçalanmaya maruz bırakılacaktır.
Bunun sebebini anlamak da zor olmasa gerek. Türkiye, AB’nin sindiremeyeceği kadar ağır ve kadar sert bir lokma demektir. Bunun için de ufaltılmalı ve Brüksel’den yönetilebilir hale getirilebilmesi için parçalanmalıdır. Nitekim AB’nin iç hukukumuza ve anayasa değişikliği sürecimize sürekli müdahale ederek adeta ‘emrettiği’ hukuki düzenlemelerin hemen tamamı bu fragmantasyona zemin hazırlayıcı ve kışkırtıcı mahiyettedir.
Türkiye güvenliği ve geleceği adına, AB sürecini ve etnisite meselesi ile alakalı dayatmaları askıya aldığı, terörle mücadelede tavizsiz ve etkili olduğu sürece ömrünü uzatacaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.