Tulumbacı

Tulumbacı

Nevruz'u devlet adına sahiplenme, munisleştirme ve bir toplum ritüeli şeklinde ehlileştirme politikası, BDP'nin "İstemezük" duvarına tosladı.


Yüzlerce yıldan beri baharın ilk günü kabul edilen 21 Mart tarihi, üstelik 2010 senesinden itibaren Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından "Dünya Nevruz Bayramı" olarak tescil edilse de BDP, Nevruz kozunu devletin inisiyatifine terk ederek bir nevi resmi bayram haline getirilmesine "posta koyuyor". Tâbir, evet âmiyânedir fakat durumu çok iyi izah ediyor. Hani devlet, bütün Mart ayını resmi Nevruz şenliği ilan edip bir ay boyunca resmi kurum ve okulları Nevruz neş'esiyle tatil etse, BDP, Kandil'den gelecek resmi talimatı bile beklemeden, "Hayır efendim bundan sonra Nevruz'u parti kararıyla Nisan'da, olmadı Mayıs'ta kutlayacağız." diyecek.

Görelim artık; maksat ne Nevruz, ne de tarihi üç bin sene kadar gerilere giden bir ön-Asya geleneğinin lâyıkı vechile idrak edilmesi! Maksat gerilim; maksat, herhangi bir vesileyle devlete posta koymak, çıkıntılık etmek ve bir şekilde çatışma çıkararak Kürt milli bilincini bileyleyip durmak.

BDP sözcülerini bazen hayranlıkla izliyorum; en alelâde konularda bile "dayılanma" edâsından başlayarak tehdide kadar uzanan bir dizi faullü tepki üretme konusunda çok başarılı 'theatral' örnekler veriyorlar. Hazreti Ali Cenkleri edebiyatından hatırladığımız eski bir Arap gazâ geleneği vardır hani; çatışma başlamadan önce her iki taraf, kendi hatibini öne çıkararak ortamı kızıştırmak, karşı tarafı sindirmek, kendi taraftarını galeyana getirmek için belâgat serdeder, ateşli nutuklar verirler... Kendi taraftarlarını ne kadar şevke getirdiklerini bilemem ama, Kürtlerin büyük çoğunluğu dâhil, neredeyse bütün toplumun bu tulumbacı edâsından çok rahatsız olduğu açıktır. Ölçü şu; ne kadar rahatsızlık duyarsak, kendilerini o kadar başarılı bir söz söylemiş sayıyorlar. Bizim gazeteci milleti için böyle çıkıntılı cümleler, kolay manşet çıkarıldığı, fazlaca tıklandığı için kaymaklı ekmek kadayıfı mesâbesinde rağbet görüyor; ânında haber yapılıp ekranlara taşınıyor.

Tersinden belâgatle bedava siyaset; tabii Türk'ten-Kürt'ten dökülen kanları saymazsanız...

Hangi sebeple ne olursa olsun hep alacaklı, hep haklı, hep mağdur kalmak doğrusu ne hoş, ne eğlenceli bir şeydir; hani o "aklına ne gelirse ye, iç, çekinme, bizim sihirli hapımızı kullanırsan uykunda zayıflayacaksın!" yalanına inanmaya can atışımız gibi bir psikolojik sığınma üssü. Bu belâgate unutulmaz bir nümûne olarak Sayın Selahattin Demirtaş'ın Nevruz-Hükümet ilişkisini tahlil eden şu cümlelerini gösterebilirim ki, kendi janrında demagoji abidesidir (Vatandaş Türkçe konuş!): "Hükümetin bütün derdi halkın tedirgin olması, nevruzda alanlara çıkmaması için provokasyon yapmaktır. Bir hükümet, devlet provokatör olmuşsa, o ülkede hiç birimizin güvenliği yoktur. Hükümet şu anda yaptığı bu oyunlarla, bu kirli, çirkin provokasyonlarla ülkeyi germek dışında başka bir şey yapmıyor. Bütün bu sorumluluk AKP hükümetinindir. Nevruzu yasaklamak, baskı kurmak, gerilim yaratmak AKP'nin kirli politikalarının bir sonucudur. Bugüne kadar hiçbir nevruzda gerilimin tarafı olmadık. Hangi nevruzda gerilim yaşanmışsa devletin, hükümetin bu şekildeki tavırları nedeniyle yaşanmıştır. Bu bizler açısından kabul edilemez bir durumdur. Bir halkın nevruz bayramını hangi günde kutlayacağına devlet, hükümet karar veriyorsa, o hükümetin zihniyeti faşist bir zihniyettir."

Bu cümlelerdeki sorumluluk hissinden sıyrılış psikolojisine bayıldım; insanın ara sıra Demirtaş olası geliyor; ne yaparsan yap, ne olursa olsun asla sorumlu değilsin, hep haklısın, hep alacaklısın! Yağlı, tatlı, hamur işi, kızartma, haşlama ne yersen ye asla kilo almayacaksın, çünkü sen başkasın!

Bu belâgat, sonuçta BDP'lileri mutlu ediyor olmalı ama -inanmayacaklardır!- Kürt hareketine büyük zarar veriyor. Kürt toplumu daha âkıl-baliğ sözcülere lâyık.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi