Şeyh Kim Müteşeyyih Kim?
Bir yorumcumuz diyor ki, “Hocanın doğru yazdığını bilelim ki, sahtekâr şeyh geçinenlerin ismini versin. Yoksa samimiyetine inanmam.”
Bir kere bu haklı bir istek değildir. Cevabı mümkün de değildir.
Haklı değildir. Zira akıllı insanlar ilke ve ölçüleri alır, bununla değerlendirme yaparlar. Başkalarının verdiği hükme muhtaç da olmazlar. Ama basit insanlar işin magazin ve haber boyutunda oyun ve eğlencededirler. Bunlara isim versen, hemen “bak sizin hakkınızda ne dedi” diye gıybet ve nemimeye başlayarak fitne peşinde koşarlar. Bir yorumcumuz “cemal Hocam buna gelmez” demekle hakkı söylemiştir. Allah Teâlâ razı olsun kalbi selim olanlardan. Olamayanları da arındırıp öyle eylesin.
Hz. Musa yağmur duasına çıkmış ümmetiyle ama günlerdir yağmur yağmamış. “Neden Ya Rabbî?” deyince, buyurulmuş ki “aranızda nemmam/koğucu var. Onu kovun, duanızı kabul edelim. “O kim Ya Rabî?” Ya Musa, ben koğuculuğu haram kılmışken kendim mi yapayım istiyorsun?!”
Mümkün de değildir. Anadolu’nun bir yerinde oturan birisi dünyanın veya ülkenin bütün şeyhlerini nerden bilecek?
Mesele bu. Maksat üzüm yemektir, bağcı dövmek değil.
Her neyse, şeyhin kim olduğunu ve vazifelerini bir önceki yazımızda yazdık, tekrar etmeyelim şimdi.
“Müteşeyyih”i de yazmıştık, hatırlatalım; şeyh olmadığı halde şeyh geçinen istismarcı sahtekâr.
Şeyh olmadığı halde şeyh geçinen sahtekâr istismarcı insanlar maalesef hep var ola gelmişlerdir. Tasavvufa en fazla söz getirenler de bu "mustasvıflar”, yani şeyh, mutasavvıf, mürşit olmadığı halde öyle geçinenlerdir. Bunlar insanları hakikat yolundan alarak dalalete götüren yol kesici eşkıyalardır.
Veliler, çok merhametli insanlar olmaları¬na rağmen, bu tür sahtekârlara lanet etmişlerdir. Birçok âlimin ifadesiyle yaptıkları sebebiyle ölürken imansız gitme tehlikeleri vardır.
İyi de, insanları bu tür sahtekârlardan korumak için gerçek şeyhi nasıl bilebiliriz?
Gerçek şeyhi bilmenin bir kaç yolu vardır. Bunları yazalım da bizden isim soranlar, ilkelere bakarak artık sormaz olsunlar:
1-Silsile: Tarikat şeyhlerinin Hz. Peygamber’e (SAV) kadar varıp ulaşan üstatlar zinciridir. Hazreti Resulullah’tan (SAV) başlayarak her şeyh, kendisinden sonra gelene icazet vere vere, bu zincir ta mevcut şeyhe kadar varır. Bu silsilenin manevi olduğu da olur. Bu yola yabancı kalanlar bunu tenkit edebilirler. Onlar için normaldir.
Tarikatta bu silsileye çok önem verilmiştir. Bir nevi manevi neseptir. Feyzin devam etmesi için, silsilede bir kesiklik ol¬maması gerekir. Bir müridin de bu manevi babalarını bilmesi ge¬rekir.
2-İcazet: Şeyhlerin, mürit yetiştirmek için ehliyetini
ispatlamış ve seyr-u sülûkunu tamamlamış olan mensuplarına
verdikleri yazılı veya şifahî izindir. Eğer verilen izin yazılı
belgeyle kayıt altına alınmışsa, o belgeye “icazetname” denir.
Tarikat şeyhleri, zaman içerisinde liyakatli olmayan ve seyr-u sülük görmemiş ehliyetsiz kişilerin şeyhlik iddiasına kal¬kışmasını önlemek için silsile ve icazet zorunluluğu getirdiler.
Ancak zaman fesada gittikçe kimi insanlar, dünya menfaatine, şan ve şöhret belasına aldanarak, değişik bahaneler ile icazetsiz ve silsileden kopuk olarak kendilerinin şeyh ilan edip ders vermeye başladılar. Hatta bu konuda birbirine benzeyen ehliyetsiz kişiler, birbirlerine destek vererek icazetsiz de ders verilebileceğini söylediler.
Zamanımızda tarikatların yasak olması da bu tür uyanık ve açıkgöz istismarcı insanların ekmeklerine yağ sürdü. İş o kadar ayağa düştü ki, bugün bu fakir bile elini uzatsa binlerce öpmeye hazır insanlar türedi. Bunu “bize ders ver” diyenlerden anlıyoruz. Allah Teâlâ’nın korkusu olmasa şan, şöhret, ev, araba ve yedi sülaleye yetecek mallar hazır. Neûzü billahi min şüruri enfusina ve seyyiati a’malina!
Bu şeyh olmadığı halde şeyh geçinen “müteşeyyih” ve “mustasvifeler” ne kadar vebalde iseler, bu icazetsiz sahtekârları kabul ederek şeyh edinen saf insanlar da o kadar veya daha az sorumludurlar.
3- Bazı kitaplarda şeyhi tanımanın bir kısım alametlerinden bahsedilir. Birkaç örnek:
Huzuruna vardığınızda bütün gamınız, kederiniz gider, içinizde bir ferahlık ve muhabbet uyanır.
Meclisinden ayrılmayı istemezsiniz. Her sözü aşk ve şevkinizi artırır.
Ziyaretine gelen herkes, ona saygı duymaya ve hürmet etmeye kendini mecbur hisseder, hayır¬ duasını niyaz ile mesrur olurlar.
4- Âlimlerin ve insanların uyması: Eğer bir şeyhe za¬manın âlimlerinin en az bir kısmı uymuş ise, bir kısmı da hakkında hayırlı konuşmuş ise, bu ulema şehadeti itibara alınabilir. Yine insanlardan büyük bir çoğunluk da ona tabi olmuş, hal ve gidişini gördükten sonra da onu reddetmemiş¬ler ve üstelik sevgileri artmış ise, bu da o şeyhin hakikiliği¬ne bir alamettir. Zira ümmetten bu kadar insan, yanlışta birleşemez. Bu kadar inşanı devamlı aldatmak da mümkün değildir. Bilindiği gibi Peygamberimiz: "Ümmetim batılda birleşmez. Bir ihtilaf görürseniz, çoğunluğa uyunuz." buyurmuşlardır.(İbn Mace Fiten. hn: 3950. İbrahim Canan, Kütüb-ü Sitte Muhtasarı 17/526.)
5. Kitapları, hizmetleri ve faaliyetleri de, şeyhi tanıtan birer işaret sayılırlar.
Şimdi sıkça sorulan bir soruya gelelim: “Herkesin bir şeyhe intisabı şart mıdır?”
Buna cevabımız kısaca şöyledir: Eğer buraya kadar yazılan dokuz seri yazıdaki tasavvufî hayatı güzel görür de yaşamak istersek, bilelim ki bu yol şeyhsiz yaşanmaz. Çünkü bu yol, tecrübe ve uygulamaya dayalı bir yoldur. Bu yüzden bu yolun faydasını yakînen görüp yaşayan erbabı, bu kesin bilgi ile bu yol için “vaciptir” derler.
Ancak, yan¬lış anlaşılmasın, bir şeyhe bağlanmadan da İslam yaşanılabilir ve cennete gidilebilir. Bunun aksini söylemek yersiz ve gereksiz bir iddiadır ki erbabı bundan kaçınır.
Madem sonuçta bu yol ihtiyaridir, isteğe bağlıdır, öyleyse istemeyen intisap etmez. Varsa bir kazancı veya kaybı kendisine aittir. Hal böyle olunca insanları özgür bırakmak ve susmak varken, hakaret ve kavga etmek de neyin nesidir?
İfrat ve tefritten sakınmalıyız.
Öyleyse, “tasavvuf ve tarikatsız olmaz” diyenler, artık bunu demesin, insanları serbest bıraksın, yaşayışları ile mesaj vermeye çalışsınlar.
“Tasavvuf ve tarikatlar şirktir” diyenler ise, muvahhit din kardeşlerini “tekfir” etme gibi imana zarar veren kör cehalet ve çılgın benlikten tövbe ve istiğfar etsinler.
İslam Müslümanlara itidal, denge ve adalet öğretir. İnsaf ve ihsan öğretir. Bunlardan nasipsizlik insan için acı kayıplardır. Müslümana yakışmaz.
Son sözümüz: Bize bunları öğreten Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ’ya hamd ve senalar olsun.
Bu konuda yazılanları yeterli görüyor ve seriyi şimdilik burada noktalıyorum. Bence yorum yapan Müslümanlar birbirlerini müsamaha ile karşılayıp karşılıklı helallik dilemelidirler.
Benden yana helal olsun.