Soluk kesecek kadar güzel bir kitâbenin hikâyesi
Kitap mı demeli, yoksa albüm mü; 42x25 ebadını göz önüne alırsanız bir albüm demek daha doğru.
Geçen yıl yayınlanmış, Kasım 2011'de ve sadece 1000 adet basılmış. Kitap meraklılarının "Prestij" eseri dedikleri cinsten bir sanat yayını. Adı: "Yeni Câmi Çeşme ve Sebîli'nin Kitâbesi", Yazarı M. Uğur Derman.
Bu eser farklı bir şey; çünkü tamamen bir Osmanlı sebîlinin kitâbesini konu alıyor. Mezkûr kitâbe herhangi bir müzede veya sarayda değil. Her gün önünden binlerce kişinin -eminim ki binde birinin bile- fark etmeden gelip geçtiği bir ara sokak üzerinde, yerden yaklaşık 4 metre yükseklikte duruyor. Daha önce bahsetmiştim ama yerini bir daha tarif edeyim: Eminönü'nde Yenicamii'nin kıble duvarının sağındaki Bankacılar Caddesi'nin Şeyhülislam Hayriefendi Caddesi'yle kesiştiği köşebaşında Hatice Turhan Sebili (İş Bankası Müzesi'nin bitişiği; az ötesinde Hacı Bekir'in meşhur şekerci dükkânı.
Hattatlar için define haritası
Yerini biliyordunuz zaten; şimdi daha iyi öğrendiniz. İlk yolunuz düştüğünde başınızı kaldırıp çeşme üzerindeki 3 satıra dizilmiş 6 beyitlik kitâbeyi göreceksiniz. Ona iyice bakınız; eski yazı bilseniz bile ilk elde istifli yazıyı çözmek harc-ı âlem işlerden değildir; üstelik okumanız şart da değil. Namdâr bestekâr ve hattatlarımızdan Kazasker Mustafa İzzet Efendi'ye atfedilen bir mısrâı hatırlamanın tam yeridir şimdi; rahmetli üstâd şöyle buyurmuş:
"Hüsn-i hattı okumak, lâleyi kokmak gibidir"
Aruz icâbı "koklamak" fiilinin bu mısrâda "kokmak" şeklinde tasarruf edildiğini belirterek mânâya dönelim; bu mısrâ, güzel yazıyı okumak cehdi uğruna, güzelliğini gözden kaçıran benim gibi meraklıların kulağına küpe olsun diye söylenmiş âdeta. Hattımızın vasfı "Hüsn"e dair oluşudur ve en evvel onu güzelliğini fark edip gözlerimize içerek beyni beslemek vazifesi ihmâl olunmamalıdır. Bu beyitin mânâsındaki isâbet, bizim gibi klasik kültürden cüdâ düşmüş olmasına rağmen el yordamıyla klasik güzelliği arayan meraklı bir kuşağa tâze bir çıkış kapısı aralıyor: Eski yazıyı bilmeyebiliriz ama bu kusur, onun güzelliğinden istifâdemize mâni olmaz! Bu nokta mühim, unutmayalım. Gelelim sebîl kitâbesine ve onun ehemmiyetine. Acaba Uğur Derman hocamız niçin bu kitâbeyi fevkalâde önemli bularak hakkında emek sarf edip böyle müstesnâ bir neşriyat yapmak lüzumunu hissetmiştir?
Arz edeyim efendim!
Evvela kısaca mâlumat: 1663 yılında Sultan IV. Mehmed'in annesi Hatice Turhan Sultan işbu sebîl ile çeşmeyi inşa ettirmişti. Sebîl XX. yüzyılın başlarında, kitâbesiyle birlikte yanıp büyük tahribat gördü. 1911 yılında Evkaf Nezâreti tarafından tâmir ettirilen sebîlin kitâbesine sıra geldiğinde, tam metne erişmek konusunda tereddüd hâsıl oldu. Neyse ki Mir'at-ı İstanbul yazarı Mehmed Raif Bey durumdar haberdar oldu ve kitâbe metnini hatırlattı. İşte bu metin, sipariş üzerine "Devrinin emsâlsiz hat üstâdı Sâmi Efendi"ye ısmarlandı. Sâmi Efendi 1912 senesinde kitâbeyi celî sülüsle yeniden yazdı ama bir şartla: Kitâbeyi mermere, devrin en büyük hâkkâkı Edirnekapılı Süslü Ali Usta'nın işlemesini şart koştu. "Emir" yerine getirildi ve kitâbe yerine konuldu.
Sâmi Efendi (Allah ona rahmet etsin) celî, yani büyük ebadlı yazıda devrinin münakaşasız en büyük ismiydi fakat umumiyetle tâ'lik yazıyı tercih etmiştir (Meraklısına not: Sâmi Bey'in Kapalıçarşı'nın Sahaflar ve Nuruosmaniye kapılarındaki tâlik tamir kitabeleri enâfisden eserlerdir; diğer kitâbelerini dünya gözüyle görmek isteyenler kalemgüzeli.net sitesine bakabilirler) fakat celî sülüsteki yegâne kitâbesi işte budur. Üstâd kitâbeyi kaleme aldıktan sonra kalıplarını talebesi hattat Kâmil Akdik'e vermiş, oradan da Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi'ne geçmiştir.
İşte bu kalıplar birkaç kuşak boyunca celî sülüs yazısının bir mânâda alfabesi gibi addolunmuş ve XX. yüzyılın hemen bütün büyük hattatları tarafından iğnelenmek suretiyle (kalıbın kopyası) çoğaltılarak istifade edilmiştir. Bugün Eminönü'ndeki sebîlin kitâbesi, sülüs yazısının en büyük, en parıltılı örneğini teşkil ediyor. Kadirbilir hattatların, sanki defîne haritası imiş gibi büyük bir kıymet atfederek nesiller boyunca istifade ettikleri bu kalıplar, artık dileyen herkes rahatça edişebilsin diye aslî boyutlarıyla Meşk Yayınları tarafından neşredildi. Uğur Derman hocamız, "Sebeb-i te'lifi" şöyle izah etmiş: "Zamanımızda hat san'atına karşı tekrar canlanan alâkayı müşahede etmenin sevinci ve celî sülüs gibi güç bir yazı cinsini kaynağından öğrenmek imkânını bahşedeceği düşüncesi ile, bu kitâbeyi kurumuş çeşmesinin üzerinden alıp, aslî eb'âdıyle kıymet bilecek nazarlara sunmak lüzûmunu duyduk."
"Kıymet bilecek nazarlar"
Bu cümlede anahtar kelimeler bence şudur: "Kıymet bilecek nazarlar" Siz onlardan mısınız?
Hüsn-i hatta hiç merak ve eğiliminiz olmayabilir, eski yazı da bilmeyebilirsiniz; şimdiye kadar fark etmeden görüp geçtiğiniz yüzlerce levha, kitâbe, mezartaşı gibi hat şâheserleri dikkatinizi çekmemiş olabilir, kabul ama şu soruya "Hayır" diyenlerden iseniz sözün bittiği yerdir:
-Güzel olanı sevenlerden misiniz?
"Hayır" ise eyvah, "Evet" ise eyvallah ve devam! Hüsn-i hat bizim güzelimiz, daha doğrusu bütün sanatlarımızın (edebiyat ve şiir de dahil olmak üzere, mimarlık, musiki, grafik, şehircilik, kitap sanatları) giriş kapısı.
Hani yarı diktatörlük yetkilerini kuşanmış bir eğitim veya kültür bakanı olsaydım, bütün orta dereceli okullarda hüsn-i hat kültürü dersini mecburi tutardım. Niçin? Şunun için: İnsanlara, güzeli çirkinden, mütenâsibi vezinsizden, yanlışı doğrudan tefrik ettirmeye yarayacak esaslı bir hareket noktası vermek, gençlerin zihnine sarsılmaz bir güzellik ölçü sistemi yerleştirmek adına!
Hat sanatı, sadece güzel yazı yazma meşgalesi değil; güzeli kavrama, anlama, hissetme melekesinin temel ölçülerini kazandırıyor insana. Başta okumuşlar olmak üzere meslek, meşgale ayırd edilmeksizin herkese lâzım bir ölçü sistemi. Aslı Louvre Müzesi'nde saklanan platin metre çubuğu veya bin gram ağırlığındaki kilogram nümûnesi gibi bir şey.
Bahsettiğim kitaptan az sayıda basıldı, maksadım kitabın satışını artırmak değil, hüsn-i hatta rağbeti kıvılcımlandırmak. İşe Eminönü'nden geçerken yolu 50 metre uzatıp kitâbeyi tavaf ile başlayabilirsiniz. Bu imkândan mahrum olanlar için yaşasın internet. Şairi "Kimse farkında değil." diyor ama "Gülhane Parkı'ndaki ceviz ağacı"nı duymayanımız yok; Yenikapı'daki sebil kitâbesinin ise artık farkındayız ve mâzeretimiz kalmadı.
Not: Kitâbeyi karşı kaldırımdan 10-15 metre seyretmeniz ehemmiyetle tavsiye olunmaktadır.