“Brunei Sultanı” değil, sanki “Cihan Sultanı”!
Biliyorum, “Zenginin malı züğürdün çenesini yorar”, ama varsın yorsun, zira yazmasam çatlayacağım...
Geçen hafta, 22 milyar doları bulan servetiyle dünyanın en zenginleri arasında yer alan Brunei Sultanı Hasan el-Bulkiye Muizziddin Va’dullah (sultanlara kısa isim yakışmaz mı?) geldi Türkiye’ye...
Hem de altın kaplamalarla döşenmiş Boeing 747 tipi uçağıyla...
Durun, bu daha bir şey değil! Bundan başka irili-ufaklı 6 uçağı, 2 helikopteri ve 2 bin 500 civarında (bazıları altın kaplama limuzin olmak üzere) otomobili var...
Yaşasın petrol!..
Yaşasın Brunei Sultanı!..
“Sultan” ha!.. Sadece 5-6 bin kilometrekareden ibaret toprak (ve su) üzerinde yaşayan 3-400 bin kişiyi [İstanbul’un küçük mahallelerinden biri] yöneten biri “Sultan”sa, 20 milyon kilometrekareyi yöneten Osmanlı Sultanları nedir?
Dua etsin ki, topraktan servet fışkırıyor. Bu kadar petrole sahip olursanız, kendinizi değil “Brunei Sultanı”, “Cihan Sultanı” bile ilân edebilirsiniz.
Ama kaç kişi sizi ciddiye alır, o başka...
Yine de işi çok zor: şu kadar uçağa, helikoptere, otomobile aynı anda binebilmesi için (aslında aynı anda binemiyorsa, bindiği vasıtasının dışındakiler kendisinin değildir, zira binip binemeyeceği meçhuldür) param parça olması lâzım!
“Sultan” unvanını tepe tepe kullanıyor, ama dışişlerinde hâlâ İngiltere himayesinde. Zaten ülke (ya da mahalle) eski bir İngiliz sömürgesi. Ancak 1959’da yarı bağımsız hale gelmiş.
Brunei’de erkekler çok kadınla evlenebiliyor. Bilebildiğim kadarıyla sayın “Sultan”ın da, üç-dört eşi var. Tüm hayatı lüks ve ihtişam üzerine kurulu: “Gösteri” ve “gösteriş” en önemli vazgeçilmezlerinden...
Yine de “mutlu” olduğunu sanmıyorum... “Mutlu” olsaydı, “lüks”e bu kadar düşkün olmazdı.
Kuraldır: Hayatı farklı özellikleri ve güzellikleriyle kavrayamayanlar, “lüks” ve “ihtişam”da varlık arar.
Yani, “Gaye-i hayal olmazsa veyahut nisyan veya tenâsi edilse, ezhan enelere dönüp etrafında gezerler.” (Bediüzzaman, Mektubat, Hakikat Çekirdekleri).
İnsanın hayatında kalıcı hedefler olmazsa, zihni, düşüncesi, kabiliyetleri onu nefis ve havanın peşinde koşturur, tüm kabiliyetlerini ve kapasitesini bu yolda sarf eder. Ayrıca her şeyi kendi benliğine hizmet eden bir vasıta olarak görür. Fani (geçici) lezzetlerin peşine takılıp, kendini tüketir. Bu da insanı egoist, hedonist (Hayatın gayesini “hazcılık” olarak görenler) ve zalim yapar.
Netice itibariyle, “kulluk” seviyesine çıkamayan insan, kendi benliğinin, bencilliğinin kölesi olur.
Altın kaplamalı donanımları olan bilmem kaç uçağın, helikopterin, arabanın izahı işte budur. Bu da görgüsüzlüğün zirvesidir!
İşte bu yüzden ona ilişkin haberleri derin bir üzüntü ve hüsran eşliğinde okudum. “Müslüman” olmasaydı, gülüp geçecektim.
Üzülüp geçtim, ürküp geçtim, düşünüp kaldım...
Birden “dünya zenginler listesi”nin başlarında yer alan başka bir zenginin haberine çarpıldım:
“Dünyanın en büyük fast food zincirlerinden birinin Alman patronu Nicolas Berggruen 2000 yılında New York’taki evini, Miami yakınlarındaki adasını sattı ve otellerde yaşamaya başladı.”
Demek oluyor ki, bazı Hıristiyan ya da ateist insanlar dünyanın sırrını kavrıyor, ama bazı Müslümanlar kavrayamıyor. Bu da hüzün verici bir “tecellî” olsa gerektir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.