Ben kimim, kurban neyin nesi?
Nietzsche, Zerdüşt'ün şahsında, kilisenin yozlaştırdığı Hıristiyan insanın kendisini bulma hususunda onu dağlara salarken, aslında, üzerinde durulması gereken bir gerçekliğin altını çiziyordu. Kilisenin yozlaştırdığı insana öğütlenen neydi? Onun, insanın, sevgi ile bir kere daha bağını kavileştirmekti. İnsan, güya sevgi ile bağını kavileştirecek, böylece bir kere daha şefkat ve merhamet haddesinden geçirilmiş olacaktı.
Bu sahte sevgi, merhamet, şefkat haddesinden geçirilmek insan son tahlilde neye dönüşmüş oldu?
Bu sorunun cevabını, bu insanın yüzyıllar boyunca gerek kendi içinde yaşadığı, gerek çevresiyle kurduğu ilişkinin mahiyetinden çıkartmamız gerekir. Hıristiyan Batı insanı gerek kendi şahsıyla, gerek çevresiyle ilişkisinde sürekli bir nizalı konum içinde bulunmuş, düştüğü o konumun dışına çıkmayı da başaramamıştır. Yüz yıl süren, otuz yıl süren savaşlar; çeşitli ayaklanmalarla kilise karşısında, patronu karşısında, devlet karşısında huzursuzluğunu ifade etmeye çalışan, bu ifade sadedinde isyan eden, ayaklanmaya kalkışan; çevresiyle olan ilişkisinde başka insanlara, başka uygarlıklara, başka dinlere karşı müsamahasızlığını savaşarak dermeyan eden bu insan, kağıt üzerinde bir şefkat ve merhamet simgesi olarak gösterilirken ve kendisini öyle görmeye çalışırken; o simgenin gerçek âleme yansıyan izdüşümü, merhametten uzak, şefkatini yitirmiş, hırçın, kavgacı, haşin bir insan olmuştur.
Bu gerçeklik niçin böyle tezahür etmiştir? Bunun basit bir nedeni var: Hıristiyan insanın insan olarak gerçekliği ile gerçek dünyanın talepleri birbiriyle çatışma halinde bulunmuştur. Başka bir deyişle Hıristiyan insanın zamiri ile onun gerçek benliği birbirinden uzak düşmüş, düşürülmüştür. Böylece gerçek dünyada biz, gerçek Hıristiyanlarla değil, fakat onların sahte görüntüleriyle tanıştık.
İslam ülkesi, Batı dünyası ile tanıştığında, bu sahte Hıristiyanın zamiri aynıyla Müslüman insana giydirilmek istendi. Onun sahte şefkat ve merhamet söylemi, Müslüman insanın zamirinde canlandırılmak istendi.
Bu son cümlemizin canlı kanıtını artık Kurban Bayramı'nda yaşamaya başladık. Son yılların Kurban Bayramlarında, bu sahte şefkat ve merhamet edebiyatı, giderek abartılı boyutlara uzanmaya başladı. Şimdi, esefle gördüğümüz tablo şu: bu saflara, kendini Müslüman olarak tanımlayan insanlar da katılıyor.
Son dinlediğim bir radyo programında, çocukların kurban kesme ritüelinden uzak tutmayı salık veren bir hekime rastladım. Diyordu ki, 0-7 ile 7-12 yaş kümesine giren çocuklar kurban kesme ritüelinden kesinlikle uzak tutulsun! Çocuk, bir gün önce sevip okşadığı, arkadaş olduğu hayvanın kesildiğini görünce, buna dayanamaz(mış).
Bu yanlış söylemin giderek yaygınlık kazandığını görmek üzücüdür. Aslında, yanlış olan, marazi olan, tam da çocukların sakındırılmak istendiği tablodan uzak tutulmasıdır. Kurban olayının, bizzat bu tavsiye sahipleri tarafından anlaşılamamış olması keyfiyeti, çocukların marazi bir haleti ruhiye içinde büyütülmesine müncer olmaktadır.
Kurban olayının mahiyeti çocuklardan niçin saklanıyor? Niçin saklansın? Asırlar boyu, bu ritüelin anlamını kavramış olarak yetişmiş ve ruhen sapasağlam kalmış insanlar şimdi ne'den sıyanet edilmek isteniyor?
Çocuk güya hayvanın kesildiğini görünce, insanların ona eziyet ettiğini düşünecek, öyle mi? Fakat olayın mahiyeti bu değil ki! Hayvana eziyet edilmiyor ki! Hayvana eziyet edildiği faraziyesi, olayın mahiyetini kavrayamayan için öyledir. Hayvan, kesilinceye kadar kesileceğini bilmez, kesildikten sonra da kesilmiş olduğunu bilmez. Bu, hayvan olmanın tabiatından neşet eden bir gerçekliktir. Bir TV programında, katılımcılardan biri: "Ben, inanıyorum ki, diyordu, hayvan kesileceğini kesinlikle biliyor!"
Hayır, asla! Hayvan, orada, önünde duran bıçağı görmez, gördüğü bıçak, onun zihnine "bıçak" kavramı olarak yansımaz. Öyle olaydı, hayvan kaşığı da bilirdi, bardağı da bilirdi, dolayısıyla insanın bildiği her şeyi onun da bildiğini kabul etmemiz gerekirdi.
Bizzat "kurban" kelimesinin anlamı insan zihninde karşılık bulur, hayvan zihninde ne kurban, ne namaz, ne oruç, ne tatil, ne de başka herhangi bir kavramın karşılığı vardır. Bu kavramları hayvanın da düşündüğünü, bildiğini farz etmek yanlış bir insanbiçimcilik (antropomorfizm)tir.
Müslüman zihninin başka her türlü alanda –siyasal, iktisadî, toplumsal vb.- Batı düşün dünyasından ödünç aldığı kavramlar, bu alanda da onun salim düşünme prosesini sekteye uğratmış, sağlıklı durumunu marazileştirmiştir. Yani marazi olanı kurbanı hayatımızda içselleştirmekte değil, fakat ondan kaçmakta aranmalıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.