Nusret Çiçek

Nusret Çiçek

19 Mayıs’ı sorgulamak

19 Mayıs’ı sorgulamak

Nevruzu kaza bela gönderdik derken şimdi de 19 Mayıs...

Bayramlar bizde ayakbastı parası gibidir, ayağını bastın mı al sana bir bayram.

Kişiye özel yas günlerimiz de yok değil, Yunan gavurunun Anadolu’yu işgâlini yas günü ilan etmeyiz de, şahsı ilgilendiren 10 Kasım yas günüdür...

O gün saat dokuzu beş geçti mi kamu düzeni çalışmaz, durur.

İşte önüne gelen “bu bayramdır” demekle bayram olmuyor, dayatmalarla hele hiç olmaz. Yas tutun deyince de yas olmaz, senaryo olur...

Bize okuttukları resmi tarih, Mustafa Kemal’in kırık bir tekne ile İstanbul’dan kaçarak tehlikeli bir yolculuk eşliğinde Samsun’a ayak bastığını, arkasında İngiliz hafiyelerinin de kovaladığını yazıyordu.

Vahdeddin de hainoğlu hain!..

Abdülhamid, zaten Kızılsultan!..

Sonraları elde edilen resmi belgeler ışığında o kırık tekne tamir edilerek modern bir gemi oldu, kaçma işi de görevlendirmeye dönüştürüldü, saklanan harcırahlar da karaya vurdu... Diyeceksiniz ki bu kadar çabuk mu?

Evet o kadar çabuk, çünkü öylesi resmi bir mum yatsıya kadar yanar...

O bakımdan, 19 Mayıs’ı küçümsemek için söylemiyorum, asıl olan işin esasını anlamak... Kim yaptı, kim kaptı?

Görevi veren Padişah, Milli Mücadeleyi başlatan halk. Mustafa Kemal, Samsun’a vardığında ülke genelinde Milli Mücadele başlatılmıştı.

Başlayan bir harekete katılmak ayrı, başlatmak ayrı.

Meclis’in açılışında Mustafa Kemal’in padişaha yazmış olduğu bağlılık mektubunda, Kuva-yı Milliye’nin tek çabasının padişahı kurtarmak olduğu söyleniyordu. (Murat Bardakçı 22 Nisan 2012). Gerçek bu iken, 19 Mayıs, yörüngesinden neden saptırıldı?

Padişah adına başla, bitir, sonra da padişahı vatan haini ilan et, ülkesinden sür...

Evet, Milli Mücadele öyle başlatıldı, Lozan’da öyle sonlandı...

İyi ki Lozan’ı bayram yapmamışlar, öyle ya madem verdiklerimiz sonradan bayrama dönüştürülüyor, o halde Lozan neden bayram değil?

Lozan bizim kara lekemizdir, tarih ile milletin yol ayrımıdır...

Şu anda bile bir başka ülkeye “hayır” diyemiyorsak, rampaları, üstleri reddedemiyorsak, Türkiye Lozan masasından halen kalkmamış demektir.

Lozan şartları devam ediyor, bu işin zaferi maferi yok.

Ülkeden düşman askerlerinin gitmesi bir tarafa, olayın diğer cephesinde buz gibi Batılılaştık, bir başka deyişle satıldık...

Lozan’a katılan Rıza Nur öyle diyor, adi bir şirketin tasfiyesi bile aylarca sürdüğü halde, üç kıtaya hakim olan Osmanlı’yı Lozan’da üç günde tasfiye ettiler...

İşte o tasfiye şimdilerde bayram.

İsteyen Mustafa Kemal’i her an anabilir, ama o değil, Lozan’da başımıza sardıklarını bir bilebilsek, gülüp oynamak yerine akıbetimize oturup hüngür hüngür ağlarız.

Bayram yerine kan damlar yüreğimize...

27 Mayıs, devleti yağmaladığı ve de halkın iradesini silah zoru ile gasbettiği halde yıllarca “Anayasa Bayramı” olarak bu ülkede kutlanmadı mı?..

O yüzden Osmanlıca’yı bilememekle kültür eksikliği çıkıyor karşımıza. Gözü görmeyene önündeki cisimleri anlatmak gibi bizler de gençliğe tarihi anlatıyoruz.

Eksik olan tarih şuuru...

Durum anlaşılmasın diye evvela Osmanlıca’ya kıydılar.

Öyle ya, madem deliye her gün bayram, Osmanlıca’nın lağvedilmesi de neden bayram değil? Bu arada Batılılaşmanın simgesi olan Kıyafet bayramı da unutuldu...

Mustafa Kemal, “Ecnebi düşmanlığından maksat bağımsızlığımız ise, evet, biz ecnebi düşmanıyız” demişti ama sonuçta Batıyı taklit etti...

Dikkat edin, her bayramın ucunda Batılılaşma var, millileşme yok. Bayram deyince merkezinde Malazgirt de olabilir, Fetih de... Ama yok, biz hep batıdan ithal edilenlere bayram rozeti takarak kendimiz neyse, neslimizi de aldatıyoruz....


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Nusret Çiçek Arşivi