Aynı Yatakta Yatırana Kadar
CHP Grup Başkanvekili Akif Hamzaçebi, Diyanet İşleri Başkanı'nın kürtajla ilgili açıklamalarının sorulması üzerine görüşlerini şöyle ifade etmiş:
''Sayın Başkanı'ın bu açıklamasını din adamları, ilahiyatçılar değerlendirecektir. Benim siyasetçi olarak bu konuda değerlendirme yapmam doğru olmaz.” (https://www.habervaktim.com/haber/chpli_hamzacebiden_diyanete_tepki-245315.html)
Şöyle bakarsanız ne kadar saygılı ve masum bir cümle değil mi? Takdir ederim, zehiri bal gibi yutturmak böyle olur işte.
Oysa azıcık düşünseniz bunu şöyle de okuyabilirsiniz: “Beni ilgilendirmez. Ben siyasetçiyim, ülkenin sorunlarını tespit eder, çözüm ararım. Bu ülkenin sorunlarına din karışamaz. Haddi değildir, doğru da olmaz. Hayata hiçbir katkısı olmayan müzelik bu tür dini görüşleri varsın ilahiyatçılar tartışsın. Ama niye tartışıyorlar ki? Nasıl olsa onları dinlemeyecek, sözlerini kale almayacağız.”
Bu üslupta zafer kazanan laiklik adına din ve dindarlar ile ince bir alay yok mudur? Şu ifadeleri böyle okumanın ne manisi var?
“Türkiye laik bir ülkedir. İnanç, düşünce ve ifade özgürlüğünün ortaya çıktığı gelişmiş demokrasilere bakarsak, bu ülkelerin de hepsinin laik olduğunu görürüz.”
Demek istiyor ki, bu Diyanet hala neyi konuşuyor? Adam olan ülkeler hep laiklikle oldular. Din ile laiklik bir arada olmayacağına göre, boş işler bunlar. Bir zamanlar Yekta abileri ne demişti: “Laik olmayan adam olamaz.”
Ama yeri gelince ne kadar da acımasızca bilgiyi de hukuku da katlediyorlar: “Laik bir ülkede hukukun kaynağı insanların toplumun ihtiyaçlarıdır.”
Peki, bu toplumsal ihtiyaçların karşılanmasında dinin hiç mi sözü yoktur? Elbette vardır. Bunu hukuk usulü bilenlerden öğreniyoruz. Bu milletin örf ve adetlerinin yüzde doksanı dinden kaynaklanmıştır. Toplumlar, din ve örflere yaslanırlar. Her toplum, kendi halkının din ve örfüne uygun kanun yapar ki halk benimsesin, kabul ederek uygulasın. Yoksa halk benimsemez. Halkın benimsemediği hukuk da uygulama alanı olmadığından yaşamaz. Kısa bir zaman sonra hukuk tarihinin arşivine atılır.
Hukuk fakültelerinde bunlar okutulur. Hukuk ilmi açıkça bunu anlatır. İşte size küçük bir alıntı: “Bazı hukuk kuralları özellikle de yazılı olmayan hukuk kuralları, bir otorite tarafından değil, fakat çalışma, işlem, ticaret ve ekonomik hayatın bir gereği olarak, bunların devamlı tekrarlanması sonucunda meydana gelmişlerdir. Bu anlamda örf ve adet hukuku da hukukun doğrudan kaynakları arasında sayılır. Hukukun yaratıcı kaynakları, kendilerinden önceki herhangi bir yasaya dayanmadan ortaya çıkabilen ve hukukun ne olduğunu söyleyen kurallardır.” (http://www.hukuk.gen.tr/konular/konular.asp?konugrp=1&konuid=2)
Öyleyse bizde yasa yapılırken neden hukukun bu en büyük kaynağı olan din ve örfler nazarı itibara alınmaz?
Batının dini, örf ve adeti, yaşam biçimi, zevkleri bize ne kadar uyar ki gidip onların kanunlarını tercüme eder alırız?
Sonra marifetmiş gibi bir de bunu böyle ifade ederiz? Sanki yine bu da bir marifetmiş gibi, kalkıp böyle alaylı alaylı konuşuruz?
Bu, beynin yıkanmasıdır, işgal edilmesidir. Manevi işgaldir, örtülü sömürüdür, görünmez emperyalizmdir. Batıcılık da bundan başka bir şey değildir zaten.
Zavallı müstağripler! Şuna bakınız, milletten, milletin dininden, örfünden, tarihinden kopuşu övünerek anlatıyorlar. İnsan kendi din, toplum, örf ve adetleri ile tarihine bu kadar mı yabancılaşabilir? Bu kadar mı uzaklaşabilir köklerinden? Kendine bu kadar mı Fransız kalır?
Şu laflara bakınız: “Hukuku dini kurallara göre düzenlemeye kalkarsanız, insanlığın varmış olduğu bu aşamayı inkar etmiş olursunuz.”
Ne demek bu?
Gayet basit, demek istediği şu: “Siz hala din der, İslam der, farz vacip haram derseniz, medeni olamazsınız. Vahşet içinde kalırsınız.”
Nitekim bunu da arkasından gelen cümleler ifade ediyor: “Dinin toplumsal hayatı düzenlediği dönemler olmuştur. Ancak o dönem krallıkların, imparatorlukların, padişahlıkların olduğu dönemdi ve iktidarın kaynağı da dindi, ilahi olarak açıklanıyordu.”
Burada bir cümleyi eksik bırakmış, o da “Çok şükür bu tür karanlıklardan kurtulduk.”
Nasıl mı kurtuldu?
Dini, şeriatı, örfü, tarihi atarak, ülkesini işgal ederek yakıp yıkan, yağmalayan barbarların dinini, hukukunu, yaşama biçimini alarak. Aman ne başarı, aman ne şeref!
“Türkiye laik bir ülkedir. Laik bir ülkede hukuk kuralları, toplumun ihtiyaçlarına göre düzenlenir, konuya böyle bakmak gerekir.”miş.
Onun için Diyanet konuşsun dursun, kale alınmaz, sözü dinlenmezmiş.
Sonra başka bir saptırma geliyor çaktırmadan: “Tabii ki Başkan'ın söylediği şekilde hayatlarını düzenleyecek insanlarımız olabilir. Ama unutmayalım ki bu konu günümüzde kadınlarımızın özellikle savundukları ve vazgeçmek istemedikleri bir hak olarak değerlendirilmektedir.”
Evet, o kadınlar “beden bizim, dilediğimizi yaparız” diyorlar ve CHP başta bilumum sol ve laik kesimler destek veriyor.
Oysa yalan söylüyorlar.
Doğru söylediklerini bileyim ki yanlarında biraz esrar, afyon, eroin taşısınlar ve “beden bizim dilediğimizi yaparız” diyerek uyuşturucu alsınlar.
Olabilir mi bu?
Olamaz!
Niye ki? Hani beden kendilerinindi?
“Yasalarımız bunu düzenlemiştir; hangi halde suç olacağına karar vermiştir. Bunun tersine bir anlayışı ben doğru bulmam.”
Mazerete bak sen! Yasalar değişmez mi? Değişir ve siz şimdi Anayasayı bile değiştirmeye kalkıyorsunuz. Öyleyse kürtaj gibi bir cinayette nasıl yasaların arkasına sığınıyorsunuz? Ciddiyete bakınız…
İşte bir ciddiyet örneği daha: “Bu konuyu kadınlara bırakmayı öneriyorum ben. Kadınların konusunu erkekler tartışıyor. Kimse onlara görüşünü sormuyor. Bakalım onlar ne diyor?''
Söz ciddiyetten açılmışken, son sözlerine de bakalım ne kadar ciddi:
Bir süre önce gençlik kamplarında kız ve erkek çocukları ayrı ayrı kamplara gidileceğine ilişkin genelge yayınlandığını ifade eden Hamzaçebi, ''Türkiye'de böyle bu adım atılıyorsa, Türkiye istikametini ciddi şekilde değerlendirmek zorundadır.”
Ben yanlış mı anlıyorum, Hamzaçebi’nin “Türkiye istikametini ciddi şekilde değerlendirmek zorundadır” dediği şey, “kız ve erkek çocukları ayrı ayrı kamplara göndermek mi?”
Evet, aynı kampta aynı yatakta yatırana kadar mücadeleye devam edeceklerine inancım tamdır.
Dedelerimiz bir şeyler anlatırlardı da “yok daha neler?” diyerek ihtimal vermezdik. Meğer ne kadar safmışız!..