İnsanların kabahatlerini inançlarına yüklemek
öncelikle hemen şunu belirtmeli. Bir insan, hangi inanç değerlerine mensupsa ve gerçekten inanıyorsa, bir kere o inandığı değerleri, kendi kişisel çıkarları, menfaatleri, kaprisleri, heva ve hevesleri uğruna istediği gibi kullanamaz.
Günümüzde başta ben de olmak üzere hemen pek çoğumuzun yaptığı en önemli hataların ilk sırasında; “insanların kabahatlerini, kişilerin sahip olduğu inançlara yüklemek” geliyor. Oysa insanların hal ve hareketleri, düşünce ve fikirleri, sahip oldukları akıl ve mantık örgüsü içerisinde meydana gelir.
Eğer akıl yerli yerindeyse, yaptığı hal ve hareketlerine, fikir ve düşüncelerine “kalbi”, “yüreği”, “gönlü”, “vicdanı” yardımcı olur ve özellikle vicdanı, adalet bekçiliği yaparak kişinin doğru ve adil olmasını sağlar.
Bir insanın günlük yaşamında ve insan ilişkilerinde; “kalp, yürek, gönül ve vicdan” devre dışı kalmışsa, insanoğlu işleyeceği her kötülükte, bilerek ya da bilmeyerek yapacağı bütün hatalarda, bu saydığım insani değerler çırpınıp durur ama “nefis ve bencillik” gibi “Nemrut” vari bir düşman karşısında maalesef yenilir.
çünkü Nemrut ve Firavun tipli insanlarda bu insani değerlerin hiçbirisi bulunmaz. Bulunsa zaten insan olurlar ve kendileri dışındaki tüm canlılara düşman olmaz, menfaatperestlik yapmaz, tanrıtanımazlık etmez ve diğer canlıların da kendileri gibi yaşama hakları olduğuna ve özgür iradeleriyle hayatlarını idame ettirmeleri gerektiğine inanırlar.
Başımız yeterli derecede Firavun ve Nemrut kimyalı insanlarla zaten dertte. Biz geçelim normal insanlara. “Dedikodu kültürünün” insanları olmamız hasebiyle, önümüze gelen herkesi çok rahat yargılayıp, istediğimiz gibi mahkum edebiliyoruz. Mahkum ederken de insanın kendisini değil, inanç değerlerini yargılıyor ve inancını mahkum ediyoruz.
Oysa insanlar işledikleri hataların kökünü, sahip oldukları inanç değerlerinden almıyor ve almazlar. Ayrıca inançları da onlara; “Şu şu hataları yapın, şu şu günahları işleyin” falan demiyor, demez de. Aksine tam tersini söyler ve yaptıkları hataların günah olduğunu, yanlış olduğunu, kul hakkına girdiğini her fırsatta hatırlatır.
İnsanların işledikleri hatalarını eleştirmeye başlarken biz ne yaparız; “Ne biçim Müslüman” diye bir başlarız söze. Eğer üzerinde bir de İslâmi bir kisve varsa, kıyafetine laf ederek yine dinine hücum ederiz ve biz o esnada dünyanın en adil ve haklı insanı olarak kendimizi dev aynasında görürüz.
Genel kültür itibariyle küfreden bir toplumuz. Hemen herkes yetiştiği ortamın küfür çeşitleriyle büyüdüğü için ve yine küfür çeşitleri; sinema filmlerinde, televizyon dizilerinde, romanlarda, hikayelerde, masallarda, ilkokul, orta okul ve üniversitelerde rahatlıkla kullanıldığından, kültürümüzün vazgeçilmez bir parçası olarak, insanlar da ifade güçlüğü çektikleri zaman hakaret ya da küfürlere sığınıp meramlarını anlatırlar.
Peki, küfürlü konuşmak ve küfretmek bir Müslümana yakışır mı? Hayır, yakışmaz. Ama o Müslüman küfrediyorsa, hakaret ediyorsa, yalan söylüyorsa, iftira atıyorsa, rüşvet alıyor ya da veriyorsa, haram mı değil mi diye sorgulamadan kazanıyorsa ve İslâm dini, bütün bunları insanlara yasakladığı halde Müslüman görünen biri bunları yapıyorsa, şimdi suç İslâm’ın mı, yoksa kişinin mi?
O zaman çıkıp şunu söyleme hakkımız yok: “Adama bak, bir de beş vakit namazında, abdestinde, Müslüman geçinir, Hacca gider, Umreye gider, dini diyaneti kimseye bırakmaz ama yapacaklarından da asla geri kalmaz.” Böyle diyemez ve kişiyi, dinî değerler şemsiyesi altında asla yargılayamayız.
İlla da yargılayacaksak kişinin inancını değil, şahsını yargılamalıyız. Ayrıca bir başkasını yargılamadan önce, ilk etapta kendimizi yargılamalı, kendi gözümüzün önündeki saban okunu görebilmeli, sonra da başkasının gözündeki saman çöpünü görebilmeliyiz. Dünyayı kurtarmaktan kendimizi kurtarmaya fırsat bulmalı ve öncelikle bu ve benzeri hastalıklardan kurtulmalıyız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.