Adalet
“çok adaletli” anlamına gelen “el-Adl” ismi cemili Kur’an-ı Kerim’de “O ki seni yarattı, düzeltti ve dengeli yaptı” (İnfitar 7) ayetinde insanın vücut yapısının dengeli ve estetik olduğunu ifade etmek için Adl kökünden gelen fiili kullanmış.
Hakimin hüküm verirken adaletle hükmetmesi (Nisa 58),
Noterin yazarken adaletle yazması (Bakara 282),
Kardeş toplumların arasını bulurken adaletli davranılması (Hucurat 9),
Konuşurken bile adaletin gözetilmesi (En’am 152) emredilir.
Adalet, eşitlik demek değildir.
Adalet: Sözü ve işi dengeli yapmaktır.
Rabbimiz saçımızdan tırnağımıza kadar neyi nereye koymuşsa hiç itirazımız yok.
“Benim gözüm omuzumda olsaydı, burnum dirseğimde olsaydı” diyen yok.
Tabiattaki dengeye de itirazımız yok.
“Fildeki hortum, karıncada olsaydı, karıncanın ayakları Filde olsaydı” diyenimiz de yok.
Adamın biri bahçede kocaman ceviz ağacının, küçücük meyvesiyle yere yayılan kabağın, kocaman meyvesini görünce “Ya Rabbi bu da adalet mi? Kocaman cevize küçücük meyve vermişsin, küçük kabağa kocaman meyve vermişsin” derken ceviz ağacından bir tane ceviz başına düşer ve hemen kendine gelir. “Ya Rabbi ben hata ettim. Ya bu kabak başıma düşseydi, halim ne olurdu?” der ve tevbe eder.
Miladi 1222’de vefat eden Şerişi, Makamatı Hariri’ye yazdığı şerhin dördüncü makamesinin şerhinde Ali bin Ubeyd er-Reyhani’nin “Güzellik orandadır, estetik ise hareketlerin dengeli oluşundadır” sözünü nakletmiş.
Bir şeyin oranını belirlemek için kıyas yapacağımız sabit bir şey olmalı ve o sabit şeyde bütün insanlar ittifak etmelidir.
Mesel tabiat, bizim için sabit güzellerden biri hatta birincisidir. Tabiatı da Allah yarattığına göre demek ki güzellikte oranın aslı esası Allah’ın yarattığıdır.
Rabbimizin iki türlü kanunu vardır 1- Tabiat kanunlar, 2- Kur’an’daki kanunları.
Bizim, her şeyimizi kıyaslayacağımız bu iki kanundur.
Tabiat kanunlarında herkes ittifak ederken Kur’an’ın kurallarında Müslüman olmayanlar ihtilaf ediyorlar.
Kanını, canını, tenini yaratan Allah’ın koyduğu kurallar çıkar çevrelerinin çıkarlarını zedelediği için “Allah’ın tabiat kanunlarına evet ama Kur’an’daki kurallarına hayır” demeye devam ediyorlar.
Bunlar, çıkarları için suni yiyecek, giyecek ve içeceklerden vurgunu vurduktan sonra bu sanal maddelerden kendi yavruları da zarar görmeye başlayınca Hz. Adem’in soluduğu havayı, içtiği suyu, yediği organik buğdayı aramaya başladığı gibi Allah’ın koyduğu kurallara dönecekleri günler çok yakındır.
Tabiatı ve insanı bir denge üzerine yaratan Rabbimiz, peygamberler göndererek onları yeryüzünde adaletin öncüleri yapmış.
Hakimler hakimi olan Allah celle celalüh, peygamberlerini seçmiş ve Davud aleyhisselama “İnsanlar arasında hak ile hükmet” buyurmuş. (Sad 26)
Sevgili peygamberimize de “Onların arasında Allah’ın indirdiği ile hükmet” demiş. (Maide 48-49)
Peygamberleri Allah seçmiş, Hakimleri de doğrudan sevgili peygamberimiz seçmiş.
Hakimlik görevinin önemi ve şerefinin yüceliği nedeniyle hakimlerin atanması sünnete uyularak devlet başkanı tarafından yapılmış.
Devlet başkanı da hakimleri atarken adayın ırkına, servetine, kabilesine, aşiretine, partisine bakarak atmayacak.
Adayın hukuk ve örf-adet bilgisine,
Diline, gözünün görmesine, adaletine, yaşantısının güzelliğine, aklının yeterliliğine, Kur’an’ı, sünneti ve geçmiş fukahanın icma ve ihtilaflarını bilmesine ve anlamasına,
özü ve sözü doğru olmasına, rüşvete boyun eğmemesine, davalı ile davacı arasında taraf tutmamasına,
Söz ve davranışlarda ikisine de eşit davranmasına, haklının korkmaması, haksızın ümit beslemesine yol açacak bakış ve sözlerden uzak durmasına,
Hakimlik makamının şerefini koruyabilecek şahsiyete sahip olmasına,
Tehditlere, tekliflere açık olmamasına,
Tatlı dilli, hüsnü zanlı olmasına bakarak atayacak.
Hakimi atayan devlet başkanının bu özelliklere sahip olmaması veya fasık olması, bu özelliklere sahip olan hakimin atanmasını engellemez.
Hakim doğru olanı yaptığı sürece hakimliğe ehliyeti devam eder.
Ancak kendisini atayanın isteğine uyarak hukuku çiğner, haramı helal, helalı haram yapmaya başlarsa ehliyeti düşer.
Eski dostlarının dışında hakim olduktan sonra edindiği dostlardan hediye alamaz.
Eski dostların hediyesi eskiden olan adetin dışına çıkıp fazlalaşmışsa yine kabul etmez.
Hakim, tanık, davacı ve davalıya telkinde bulunamaz.
Endülüs devleti zamanında bir papaz kilisenin damında, az bulunan bir çiçek yetiştirir.
Papaz o çiçeği çok sever. Kilisenin damında bir de keçisi vardır. Keçisini de çok sever. Bir gün bakar ki çiçek yenmiş. Kilisenin tepesine kimse çıkmadığı için bu çiçeği keçi yedi zannıyla keçiyi damdan aşağıya atar ve keçi ölür.
Papaz, Müslüman hakimin huzuruna çıkarılır. Hakim, hayvanların yaptıklarından sorumlu olmadıkları, eğer hayvanlar başkasına zarar verirlerse hayvan sahibinin zararı ödeyeceğini bildirdikten sonra papaza sorar: “Keçinin bu çiçeği yediğini sen gördün mü?
Papaz: Hayır görmedim.
- Peki gören var mı?
- Hayır yok ama dama benden başka kimse çıkmaz. Keçiden başka o damda kimse yoktu. Der.
Hakim, hayvanların yaptıklarından sorumlu olmadıkları halde hayvanı damdan aşağı atmaktan papazı ta’zir cezasıyla cezalandırır.
Aradan uzun zaman geçer. Bir gün papaz, akşam karanlığında evine doğru giderken bir adam “Yandımmm” diyerek yere yıkılır.
Papaz yere yıkılanın yanına varır. Hançeri adamın bağrından tam çıkarırken polisler gelir ve derdest hakim önüne çıkarılır.
Papaz, olayı olduğu gibi anlatır ama elinde kanlı bıçakla maktulün üzerinde yakalanır.
Hakim: “Eğer sen keçinin o çiçeği yemediği ihtimalini kabul etseydin ben de senin öldürmediğin ihtimalini kabul ederdim. Der.
Ama İslam’da “Beraeti zimmet asıldır.” Kuralı vardır. Suçun, delillerle sabit oluncaya kadar suçsuzsun” der.
Sonra gerçek katil bulunur da Papaz berat eder.
“Şek ile yakin zail olmaz.” Yani şüphe ile suçsuz insana suç isnat edilmez. Zan ile karar verilmez.
Bin tane zan bir tane hakkın, doğrunun yerine geçemez.
Rabbimiz biz mü’minler içinde: “Ey iman edenler, zannın bir çoğundan sakının. çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin ayıbını aramak için casusluk yapmayın...” buyurur. (Hucurat 12)
Devam edecek.