Üç aylar gelmiş gördünüz mü?
Eski tabirle Şuhur-u Selâse’yi (mübarek üç aylar) idrak ettik…
Ve Regaib gecesini (inşallah) ihya ettik…
Biliyorsunuz üç aylar, Ramazan'a bir hazırlıktır. Regaib ve sair kutsal geceler ise arınma vesilelerimizdir. Bu cihetle bunlar birer İlahi ikramdır.
Kutsal günler (Cuma gibi) geceler (Regaib, Mevlid, Berat, Kadir gibi) ve aylar (Recep, Şaban, Ramazan gibi), öncelikle kendi nefis muhasebemize oturmak için bulunmaz fırsatlardır.
Böyle gün ve gecelerde her mü’min kendi mahşerini kurup kendi vicdan terazisinde kendini hesaba çekmelidir.
Yani Ramazan öncesinde bir “iç gözlem merkezi” geliştirip, iç dünyamızı gözlemlemeliyiz!
Buna hepimizin çok ihtiyacı var…
Zira yaşadığımız dünya girdaba dönüştü. Gündelik gelişmeler, oluşmalar enerjimizi tüketiyor. Yönlendiremediğimiz, hükmedemediğimiz hadiselerle boğuşa boğuşa tükeniyoruz.
Tüm zamanlarımızı dünya kemiriyor. Ne kendimizi dinleyecek vaktimiz, ne de isteğimiz kalıyor. Oysa aldığımız her nefesten sorgulanacağımıza da inanıyoruz.
Dünyanın ne Ergenekon’u biter sevgili dostlarım, ne siyasi karmaşası, ne parti kapatmaları, ne krizleri!..
Biri bitse diğeri başlar. Bunlara yeterinden fazla ilgi gösterir, tüm merakımızı tahsis eder, tüm vaktimizi ayırırsak, geleceğe yatırım yapacak mecalimiz kalmaz.
çünkü tasavvurumuz istikametinde sonuçlanmayan her olay moralimizi bitirir. Biz fark etmeden kutsal geceler gelir geçer…
Kutsal günler gelir geçer…
Kutsal aylar gelir geçer.
Halbuki bunlar, içinde yeni ikramlar bulunduran büyük İlâhî ikramlardır…
Cenab-ı Hak’kın, sevip yarattığı (sevmeseydi yaratmazdı) kullarını günahlarından arındırıp (günah kazanacağımızı bilerek yarattı) bir şekilde Cennet’le mükâfatlandırmak (çünkü ilk insanları Cennet içinde yarattı) için yarattığı “bahane”lerden, “vesile”lerden biridir.
Allah insana o kadar değer veriyor, ebediyen mutlu olmasını öyle çok istiyor ki, insanı affetmek için kendine vesileler yaratıyor...
Cuma günleri af vesilesidir...
Kutsal geceler af vesilesidir...
üç aylar ve Ramazanlar af vesilesidir...
Uğradığımız adaletsizlikler, haksızlıklarla birlikte, hastalıklar sebebiyle çektiğimiz çilelerle sıkıntılar da af vesileleridir.
Kısacası, Allah bizi affetmeye hazır! (Sadece biz bir birimizi affetmeye hazır değiliz) Bekliyor ki, insan kendi değerini idrak etsin ve tövbe ile arınma yoluna girsin.
Kendi değerini idrak edemeyen insanın Allah’ı idrak etmesi mümkün değil!
Boşuna mı Hz. Mevlana, “İnsan önce kendisini okumayı öğrenmeli, kendisini okuyamayan insanın başka kitaplar okuması ona bir fayda sağlamaz” diyor.
Nitekim hayat, “okumuş cahiller”le doldu!
Kendini okumaktan aciz bir sürü “diplomalı”, hayatı okudukları zannıyla millete yön vermeye kalkışıyor! Tabii işler bir türlü düzelmiyor.
Keşke herkes haddini bilse; insanlar başkalarını “mükemmel”leştirmekten vaz geçip kendileri “iyileşme”ye çalışsalar...
Madde ile mânâ arasındaki denge mânâ aleyhine git gide bozuluyor.
“İyi Müslüman” olma çabasında olan duyarlı insanlar bile, adım adım duyarsızlaşıyor: Bir adım, bir adım daha derken, bin bir tuzaktan birine yuvarlanıveriyoruz!
Hayatı “Bana ne”ler şekillendiriyor…
“Fakirse bana ne!.. Düşkünse bana ne!.. Garipse bana ne!.. Cahilse bana ne!..”
Neymiş, efendim?.. “Her koyun kendi bacağından asılır”mış.
Yalnızlaşmamız işte bu noktada başlıyor. “Cemaat dini”ni bireyselleştirip, bireyselliği bencilliğe dönüştürmüşüz…
Uzun zamandan beri sadece kendimiz için çalışıyor, kendimiz için üretiyoruz. Kendimiz için satıyor, kendimiz için yaşıyoruz.
İslâm’daki “teavün” düsturunun yerini, “insan insanın kurdudur” anlayışı almış… “Ben tok olayım başkası açlıktan ölsün” idraksizliği, fertler arası kavgalardan sonra terörü, hatta savaşları besler hale gelmiş…
Bu anlayış (daha doğrusu anlayışsızlık) vahşi kapitalizmin tuzağıdır bize… Maalesef biz de bu tuzağa düştük! Hepimiz belirli ölçülerde dünyevileştik. “Fani dünya”dan fena halde etkilendik. “Benci” merkezler oluşturup salt kendi merkezimize yöneldik.
Oysa İslâm “infak=yardımlaşma” dinidir. Yardımlaşmayı sevmeyen Müslümanlar ise kendi lüksüne lüks katmaya çalışıyor.
İmanımızda bile yer yer kırılmalar oluşuyor. Bu kırılmalardan arınıp “Tarik-i Müstakim”e (doğru yol) yönelmek için, hepimizin nefis muhasebesine ihtiyacımız var.
Fırsat bu fırsattır. çünkü bir dahaki üç ayları göremeyebiliriz. Mübarek olsun.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.