‘Zehî pâşâ vu mâşâ vu temâşâ; /fehâşâ, summe hâşâ, summe hâşâ..
Yazının başlığındaki ibare, ‘paşa ve maşaları temâşâ edin, aferinler..’ mânasındadır ve hemen arkasından da, bu ‘aferin’ için, ‘tekrar tekrar, hâşâ..’ denilmektedir..
Eskiden ‘paşa’ denilenlere, 1930’lardan sonra, (fransızcadaki gibi) ‘general’ denilir oldu..
Her rütbeli askerin, hele de her kurmay subayın hülyası, bir gün general olmaktır.. Her general de Gen. Kur. Başkanı olmayı hedef seçer kendisine.. Keza, her general de kendisini, geleceğe, bir yeni ‘Atatürk’ olarak hazırlar.. TSK’daki yetiş(tir)me tarzı budur.. Ki, inkılab kanunu diye üzerinde çok durulan Tevhid-i Tedrisat Kanunu bu okullarda işletilmemektedir.
Babası da albay olan bir üsteğmen, evlerini anlatırken, ‘iki katlı evimizin her köşesinde, her odasında, merdiven başlarında bile, 14-15 tane ‘tek adam’ın büstü var.. Askerî okul ve kışlalarda da, aynı şey.. Biz hep onunlayız..’ demişti.. Böyle bir atmosferden ne beklenir..
Ve askerî eğitim sistemindeki bu durum değiştirilemedikçe, o yapının başka türlü ürünler vermesi beklenmemelidir.. Ve amma, o eğitim sistemine de, ‘Burada neler oluyor bakalım..’ diye, -başta, millet tarafından temsilci olarak seçilenler olmak üzere- kimsecikler dokunamamaktadır.. M. A.Birand’ın 20 yıl öncelerde ‘Emret Komutanım..’ ismiyle yayınladığı eser, her ne kadar yine askerî makamların izni ve istediği şekilde yansıtmalarla dolu olsa bile, bu sahada, okuyucuya ilginç ipuçları vermektedir ve o zamandan bu güne değişen fazla bir şey yoktur. Yani, rejimin en kapalı ve hattâ kara kutusu gibidir, bu kurum..
Osmanlı’nın son döneminde, ‘paşa’lık rütbesinin, bir saltanat lûtfu olarak, liyâkat aranmaksızın verildiği de görülmektedir.. Hattâ bir italyan müzik adamı Donizetti’ye bile, ‘Mızıka-y’ı Humâyûn’u kurması münasebetiyle ‘paşalık’ rütbesi verilmiştir ki, bugün bile bazı marşlar onun adıyla anılır, ‘Donizetti Paşa’nın filanca marşı..’ diye..
Siyasî sebeblerle verilen ‘paşa’lıklar da bir ayrı konu idi.. Edirne Telgrafhanesi’nde sıradan bir memur olan ve sonra ‘İttihad-Terakkî Cemiyeti/partisi’ içinde hızla yükselen Tal’ât’ Bey de, ‘paşa’lıkla taltif edilmişti.. Enver Paşa’nın babasına sunulan ‘sivil paşalık’ ise, daha bir komikti..
Kezâ, düşünelim ki, henüz 95 yıl öncelerde, savaş şartlarının da neticesi olarak, Enver Bey, ‘paşa’lığa yükseldiğinde sadece 32 yaşındaydı ve Naciye Sultan’la evlenip Padişah’ın dâmâdı olduktan sonra‚ ‘Osmanlı Orduları Başkomutan Vekilliği’ne geldiğinde de 33 yaşında.. Ki, bugün bir subay, o yaşlarda en fazla, binbaşı olabilmektedir. Aynı şekilde, M. Kemal Paşa da en üst askerî rütbe olan ‘müşir / mareşal’lik rütbesine yükseldiğinde, 41 yaşındaydı..
Subay /askerlerin hayatında rütbe çok önemlidir ve o makamlara yükselmek için de, yükseldikten sonra da, emretme alanlarını genişletmek için veya başka saiklerle aralarında gizli bir mücadele hep olmuştur.. Ama, bu, o kurumun hassasiyeti yüzünden, ‘Kol kırılır, yen içinde kalır..’ diye dışarıya pek sızdırılmaz; ama, bu konularda neler olup bittiğini, kulağı delik olanlar yine de, ‘fısıltı gazetesi’nden duyarlar..
Bizdeki ‘paşalar arası savaşlar’ın tarihi sadece şu son yüzyılda bile, sosyo-politik hayatımızı bile derinden etkileyecek boyutlarda olmuştur, hep.. Enver ile M. Kemal arasındaki husûmet, hattâ Enver’in Anadolu’ya geçmesine izin vermeyecek boyutlarda olmuş ve Türkistan’da bolşeviklere karşı girişilen mücadelelerde 1922’de hayatını kaybeden Enver’in kemiklerinin yurda getirilebilmesi için bile, ‘kemalist’lerin affı ancak 75 yıl sonra gerçekleşmiştir..
M. Kemal’in Kâzım Karabekir, Raûf Orbay, Ali Fuad Cebesoy, Ali İhsan Sâbis, Cafer Tayyar, Selahaddin âdil, Ref’et Bele gibi ünlü kumandanlarla olan kavgasının macerası bir ayrı ve hazîn fasıldır.. Esasen, M. Kemal’in etrafında, kendi emsali olan kumandanlardan Fevzî çakmak ve İsmet İnönü dışında kimse kalmamıştı..
‘TEK ADAM’ ETRAFINDA ŞEKİLLENEN YENİ GARİB OLUŞUMLAR..
Ama, daha sonraki dönemde de, kumandanlar arası mücadeleler hep süregeldi.. Ancak hepsinin de ortak yönü, bütün generallerin ‘atatürkçü’ gözükmesiydi.. Hele de 27 Mayıs 1960 Askerî Darbesi’nden sonra yapılanların herbirisi atatürkçülük adınaydı.. Onu, 12 Mart 1971 Askerî Darbesi’nden sonraki generaller arası kavgalar takib etti.. Tağmaç, Gürler, Batur vs..
1978’de Ali Fethi Esener’in Gen. Kur. Başkanı olmasının önlenmesi için verilen mücadeleler, 5 orgeneralin birden yaş haddinden otomatik emekli oluşlarıyla neticelenince, en kıdemsiz orgeneral olan Kenan Evren, Gen. Kurmay’ın başına gelmiş ve o da 2 sene sonra ‘12 Eylûl Askerî Darbesi’ni yapmıştı.. General Evren, 1983’de siyasetten yasaklı Demirel’in Ali Fethi Esener’e kurdurduğu Büyük Türkiye Partisi’ni, kuruluşunun 20. gününde kapattığında, ‘iki paşayı karşı karşıya getirmek istiyorlardı..’ ma’zeretine sığınmıştı..
28 Şubat günlerindeki generallerin güç gösterisi ise, daha bir başkaydı.. Hattâ dönemin Gen. Kur. Başkanı Karadayı’nın etkisiz hale getirilmesi ve çevik Bir’lerin, Güven Erkaya’ların, Erol özkasnak’ların, Doğu Aktulga ve diğerlerinin ele avuca sığmaz, kontrolden çıkmış, ‘ali kıran -başkesen’ görünümlü tahakkümleri, (Batı çalışma Grubu)’nun dehşet senaryoları.. Ve daha yakın dönemde ise, Kıvrıkoğlu’nun Hilmi özkök ve Edib Başer’i bertaraf ve emekliliği beklenen Aytaç Yalman’ı Gen. Kur. Başkanlığı’na getirme çabaları, yeni itiraf olundu.. Ve bunların hiçbirisinin hesabı sorulamadı..
Ve Büyükanıt’ın Gen. Kur. Başkanı olacağı sırada, aleyhinde başlatılan yoğun bir kampanyanın boyutları karşısında, Hükûmet’in, YAŞ’ın kararını bile beklemeden, inisiyatifi ele alarak Büyükanıt’ı Gen. Kur. Başkanlığı’na getirivermesi ve şimdi de, daha başka benzeri gelişmeler.. Yani, generaller/paşalar arası ilişkiler, hep pek sıcak/ ‘samimî’ olmuştur..
Hele de, ‘Ergenekon Soruşturması’ çerçevesinde, Şener Eruygur’un, Hurşit Tolon’un, (tabiî, Tuncer Kılınç ve Doğu Silahçıoğlu gibi em. generallerin de) emekli olduktan sonraki söz ve tavırları, ‘CçG’ (Cumhuriyet çalışma Grubu) çerçevesindeki faaliyetleri de ilginç..
Anlaşılıyor ki, Tolon ve Eruygur’un elkonulan dosyaları arasında, Büyükanıt ve diğer generallerle, hattâ aileleriyle ilgili ilginç fişlemelere rastlanmış.. Eruygur reddediyor, Tolon ise, herhangi bir kasd olmaksızın arşivlendiğini söylüyor, fişleme kasdı yoktu diyor..
Yani, ‘paşalar arası’ yeni bir hesablaşma faslı ile bile karşılaşabiliriz.. En üst dereceli paşaların böylesine yargıya çekilebilmeleri bunu gösteriyor gibi.. Bu yargılamanın başlaması bile, emsaline pek rastlanmayan bir gelişme olup, hayırlara vesile olabilir..
Şimdi ‘kemalist’ler durumu sulandırmak için, şaka konuşmaların bile ciddîye alındığını söylüyorlar.. Ama, hangi darbe, ciddî konuşmalar dışarıya sızdırılarak yapılmıştı ki? 27 Mayıs’ta Harbokulu öğrencileri, ‘Sovyet paraşütçülerinin Ankara’ya indiği’ iddiasıyla sürüklenmemişler miydi, ihtilale?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.