Müslümana Kafir Muamelesi
Geçen yılda kaybettiğimiz Muhterem İbrahim Canan Merhum, gerek verdiği eserler ile, gerekse yazdığı “Kütüb-ü Sitte Tercüme ve Şerhi”nin internette bol bulunmasıyla, çok okunan ve istifade edilen bir yazarımızdır. Ben hemen bu vesileyle Fatiha’mı okuyorum. Size de tavsiye ederim.
Onun bu konuda “Müslümanı Kâfirlik, Münafıklık Ve Benzeri Tâbirlerle İtham Edemeyiz” başlığı altında söyledikleri çok önemlidir. Oradan ağırlıklı iktibaslar yaparak konuyu gündeme taşımak istiyorum.
Birbirleriyle münasebette çeşitli dinî hizmet gruplarına mensup olanların düştüğü en mühim hata, birbirlerine tevcîh ettikleri yersiz tenkitler olduğu gibi, aralarındaki soğukluk ve husumeti artıran en mühim âmil de bu çeşit ithamlardır.
Dinimiz, kime kâfir, kime münâfık dendiğini, denebileceğini sarahatle belirtmiştir. Dinin herhangi bir hükmünü reddetmeyen, alaya alarak aşağılamayan, çirkin görmeyen bir kimse kelime-i şehâdeti ikrar ettiği müddetçe, farzları yerine getirmese de, diğer bir kısım günahlara batmış olsa da, hiç kimsenin onu, din nâmına “tekfir”e, yani “kafir oldu” demeye hakkı yoktur.
Akâid âlimleri: "Bir kimse kalbiyle inanmasa bile, diliyle imanı ikrar ettikten sonra kendisine Müslüman muâmelesi yapılacağını" ittifakla söylerler. Çünkü biz kimsenin kalbindekini bilemeyiz ki! Bir ağzından çıkan söze bakarız.
Ehemmiyetine binâen, Hz. Peygmaber (aleyhissalâtu vesselâm)'in hadislerinde bu meseleye tekrâr tekrâr yer verildiğini görürüz: Resûl-i Ekrem (aleyhissalâtu vesselâm)'e göre kelime-i şehâdet getiren herkesi Müslüman bilmek ve onlara Müslüman muâmelesi yapmak zorundayız.
Nitekim şöyle buyurur. "Ben insanlarla, onlar lâilâhe illâllâh (Allah'tan başka tanrı yoktur) deyinceye kadar mücâdele etmekle emredildim, kim lâilâhe illâllâh derse, o, benden malını ve canını emin kılmıştır (bunu söyledikten sonra ben onun samimî olup olmadığını araştırmam). Onun gerçek hükmü ve hesâbı Allah'a kalmıştır."
Bu hususla ilgili olarak, Hz. Üsâme'nin hâdisesi meşhurdur. İbnu Hişâm'ın rivayetine göre, bir mukâtele sırasında Hz. Üsame (radıyallahu anh), hasmı ile vuruşurken, galebe çalacağı sırada vuruştuğu müşrik, kelime-i şehâdet getirerek tevhidi ikrâr eder. Fakat Hz. Üsâme (radıyallahu anh), onun, bu ikrârı, ölümden kurtulmak için yaptığına hükmederek, hasmını öldürmekte tereddüd etmez.
Medine'ye dönüşte durum Peygamberimiz (aleyhissalâtu vesselâm)'e anlatılınca, hâdiseye ziyâdesiyle üzülüyor ve Üsâme'yi şiddetle azarlıyor: "Ey Üsâme, lâilâhe illâllâh diyen bir kimseyi niye öldürdün?"
Hz. Üsâme (radıyallahu anh), kendisini şöyle müdâfaa ediyor: "Ey Allah'ın Resûlü, o, bunu ölümden kurtulmak için söyledi."
Bu cevap üzerine Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) "Kelime-i tevhîdi getireni niye öldürdün ey Üsâme" diye o kadar çok tekrâr ediyor ki, Hz. Üsâme (radıyallahu anh) üzüntüsünün büyüklüğünden: "Keşke o güne kadar İslâmiyet'e girmemiş olsaydım, ondan sonra girmiş olsaydım da böyle bir cinâyeti işlemekten uzak kalsaydım" temennisinde bulunur.
Müslim'in rivayetinde Resûl-i Ekrem (radıyallahu anh) Hz. Üsâme'yi şöyle azarlıyor: "Onun bu ikrârda samimî olup olmadığını öğrenmek için kalbini yardın mı?"
Ebu Dâvud'un rivayetinde buna şunu da ilâve ediyor: "Kıyâmet günü lâilâhe illallah diyen bir kimseyi öldürmenin hesâbını nasıl vereceksin?"
Ashâbtan Sâ'd (radıyallahu anh)'ın "Üsâme öldürmedikçe, ben bir Müslümanı öldürmem" sözü, bu hâdisenin hem Üsâme (radıyallahu anh), hem de diğer sahâbîler (radıyallahu anh) üzerindeki te'sîrini gösterir. Bu arada tanımadığı Müslümanları öldüren terörist katillerin kulakları çınlasın. Hesabını nasıl verecekler acaba?
Bundan daha acaib bir olay var. Ama gelecek yazıya kalsın inşallah.