Eğer Alevilik bir dinse, bu olsa olsa batıl bir din olur!.. (1)
CHP Milletvekili Hüseyin Aygün, geçenlerde, TBMM Başkanlığından, "Madem Meclis binasında Sünniler için mescit vat, Aleviler için de cemevi açılsın” talebinde bulundu, kıyamet de koptu. TBMM Başkanı Cemil Çiçek'in Diyanet İşleri Başkanlığı'nın "Alevilik ayrı bir din olmayıp, İslam içi bir oluşum, İslam'ın tarihi süreçte ortaya çıkmış bir zenginliği" görüşüyle verdiği cevabı, Aygün "Alevilik bir dindir, ibadeti cemdir, ibadethanesi cemevidir" şeklindeki sözleriyle karşıladı.
Daha kimler ne söylemedi ki? Ve söylenen bu sözler beklendiği gibi Alevileri de böldü. Mesela CHP Milletvekili, aynı zamanda sanatçı Sabahat Akkiraz "Aleviliğe din demek, büyük bir yanlış ve provokasyondur ki; dün Alevilere kâfir diyenler ile hiçbir farkınız kalmadı. Alevilik sadece duygunun, ruhun inancı değil akıl ve mantığın da inancıdır. Bunu bilmeden, hesaplamadan Alevilik konuşmak Alevilere saygısızlıktır. Sapla saman karışınca bu din özgürlüğü olmuyor. Ben tüm hayatım boyunca cemevleri için mücadele ettim. Ama bir kez bile bilimin ve inancımızın ışığını terk etmedim. Onu günlük prim yapma aracı olarak kullanmadım. İnancımız her şeyin üzerindedir. Ama birileri dün olduğu gibi bugün de inancımızın üzerinde tepinecek ve halkın aklını karıştıracaklarsa buna da izin verilemez." dedi.
Bir önceki dönemde Ak Parti milletvekili olan Reha Çamuroğlu ise “Diyanet İşleri Başkanlığı'nın kendisini Alevilik üzerine fetva verecek konumda hissetmesi inanılır gibi değil” diyerek şöyle devam etti: Alevilik elbette İslam dini ve medeniyetinin bir ürünü ve ayrılmaz bir parçasıdır. Protestanlık, Ortodoksluk ne kadar Hıristiyanlıksa Alevilik de o kadar İslâmdır. Ama buradan kalkarak bir Protestan gidip Katolik din adamıyla ibadetini yürütmez, Katolik kilisesine de gitmez. Aleviler camide ve Sünni imamların arkasında ibadet etmezler. Kendilerini 'Alevi' olarak tanımladıkları sürece de etmeyeceklerdir. Ayrıca Sünni vatandaşlarımızın da camilerinde oturup 'Aleviler ne zaman gelecek?' diye bir beklenti içinde olduklarını zannetmiyorum.
Yazar Emre Aköz ise her zamanki keskin diliyle, "Sorunları çözsün diye oy verilmiş" bir siyasetçi olduğunu hatırlattığı Meclis Başkanı Cemil Çiçek’in konuyu Diyanete sormasını “Ciğeri kediye emanet etmek” olarak yorumluyor. Ve istihza ile ”Madem Alevilik, İslam-içi bir oluşum ve ibadet yeri de cami... O halde Alevi vatandaşlarımız camiye buyursun... Saz çalarak, semah dönerek cem ayinini yapsınlar... Böylece İslam-içi olduğunu ilan ettiğiniz inançlarının gereğini yerine getirip huzurla evlerine dönsünler...” diyor.
Bu arada Ahmet Altan yönetimindeki Taraf Gazetesi de, kanımca epeyce hoyrat bir ifadeyle “Alevilik dindir ibadethanesi ise cemevidir” diye bir manşet atmayı uygun görmüş. Birkaç gün sonra aynı gazetedeki köşesinde Murat Kupkiner ”Dinayet’in Cinayeti” başlıklı yazısında “İki gün üst üste konuyla ilgili yazı yazan Ahmet Altan’ın aydınlatılması gerekiyor” diyerek Alevilik hakkında bilgiler veriyor ve ilave ediyor “O aydınlanırsa bir milyon kişi daha aydınlanır.”
Keşke o kadar kolay olsa!
Alevilik hakkında gerçekten çok az şey biliniyor ülkemizde. İşin daha ilginç olan yanı ise Alevilerin de inandıkları kutsallar hakkında fazla bir şey bilmedikleri. Değişik grupların bildiklerindeki (inandıkları) farklılıklar ise de ayrı bir garabet.
Gerçekten o kadar farklı ki bunları kategorize etmek, hepsini aynı isimlendirme (Alevilik) altında toplamak mümkün değil. İçlerinde Hz. Ali’nin (haşa) peygamber olduğuna, vahiylerin aslında O’na gönderildiğine, ama Cebrail’in yaptığı yanlışlık(!) sonucu (ikisi birbirine çok benzediği içinmiş!) Hz. Muhammed’e verildiğine, yani asıl peygamberin Hz. Ali olduğuna inananlardan itikatta ve amelde neredeyse bir Sünni’den farkı olmayan Caferilere kadar… (Hz. Ali’yi daha da yüksek bir mertebeye! –haşa- çıkaranlardan hiç söz etmek istemiyorum. Nefrete varacak kötücül duygular oluşturmanın, toplumu birbirinden daha da uzaklaştırmanın bir anlamı yok. Allah’a inanan hiçbir grup, kanımca pek çok Alevi de dâhil, bunu kaldıramaz çünkü.)
Hepimiz bu toplumda yaşıyoruz. Herkesin düşünmeye, yazmaya, konuşmaya hakkı ve kanımca sosyal yaşamın bir gereği olarak da görevi vardır. Ancak bunların bağlayıcılığı, zorlayıcılığı, dayatmacılığı olmaması gerekiyor. Diyanet İşleri Başkanlığı da, diğer resmi makamlar da, etiketi ne olursa olsun siyasi kimlikler de buna dâhil.
Yani bunlar bir fetva, bir direktif gibi algılanmamalı. Bu bir inanç meselesidir çünkü. Kimseye “sen şusun, sen busun” diye bir kimlik giydirme hakkımız ve selâhiyetimiz yoktur. Teolojiyle, tarih bilimiyle, sosyolojiyle aykırı düşen noktalarını ortaya koyup “Bana göre senin bu tarifin Aleviliğe ya da Sünniliğe uymuyor” diyebilirsiniz o kadar. İnsan kendini ne hissediyorsa, nasıl tanımlıyorsa, onu öyle kabul etmektir doğal olan; kendi hukuk alanında kalmaları, başkalarınınkine girmemeleri şartıyla tabii. Demokrasinin de laikliğin de aklın da vicdanın da gereği budur.
Başka türlüsünü siz söylersiniz siz dinlersiniz ancak. “Allah, peygamber, kitap” tanımayan, kendini başka bir şey olarak tanıtan ve “Ben İslâm’ın dışındayım” diyen insanlara illa da “yok, sen İslâm’ın içindesin” demenin ne anlamı var ki? Hem hangi tanımdan yola çıkarak, hangi ruhsatı kullanarak, hangi faydayı umarak bunu söylüyorsunuz? Eğer bu hususta konuşacak olan birileri varsa onlar da ancak “Alevi” diye tanımlanan insanlardır. Kendilerini tanımlarlar, söyleyeceklerini söylerler; siz de kendi dağarcığınızda onları uygun gördüğünüz yere yerleştirir, Devlet mekanizması içinde de hak ve hukuklarının tanınmasına yardımcı olursunuz. Yapılacak şey budur.
Kısmet olursa haftaya devam edeceğiz…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.