Yaşamakla yazmak arasında
Hep sorarlar: “Yazmaya nasıl başladınız, ne zamandan beri yazıyorsunuz?”
Doğrusu nasıl başladığımı ben de bilmiyorum. Yazmayı söktüğüm günden beri, o kadar düzenli olmasa bile günlük tutuyorum. Bir de baktım günlüklerimin bazı bölümlerine şiirler döktürmeye ve zaman zaman da fikir kırıntıları serpiştirmeye başlamışım.
İlkokulda en iyi yazıları ben yazardım, en iyi resimleri Baki isimli arkadaşım yapardı.
Kıskandım mı ne, resimde de iyi olmaya karar vererek çalışmaya başladım. Önce kara kalem. Nihayet yüreğimdeki renk cümbüşünü taşıyamaz olunca, suluboya, yağlıboya... Resim yapmak beni daima rahatlatır.
Anlatmış mıydım bilmiyorum, bizim köydeki boş bir evi “Gençlik Kulübü”ne dönüştürmüştük. Hatta tabela bile asmıştık. Boş vakitlerimizi orada yazı yazarak, resim yaparak, satranç oynayarak, arkadaşlarla birlikte kitap okuyarak ve okuduklarımızı tartışarak değerlendirirdik.
Bu arada futbol filan da oynar, koşu ve yüzme yarışları tertiplerdik. Hatta 1967’de “Fakirspor” isimli bir futbol kulübü de kurduk. Amaç, yeni yetmeleri zararlı yönelişlerden kurtarmaktı.
Niçin “Fakirspor” diye sorarsanız, fakir olduğumuz için. Harçlıklarımızdan başka gelirimiz yoktu. Annelerimiz, babalarımız da bu işe kızıyordu.
O kadar fakirdik ki, ayakkabılarımız eskimesin diye yalınayak futbol oynuyorduk. Yine de adımızı kısa süre içinde duyurmuştuk. Köy takımlarını yenip şampiyon olmuştuk. Çünkü bizim takımda gerçekten iyi futbol oynayan arkadaşlar vardı.
Milliyet Gazetesi’nde köşe yazan Hasan Pulur’a bir mektup yazdım. Mektuba, bizim Fakirspor takımının fotoğrafını da ekledim. Formaya ihtiyacımız olduğunu söyledim. Köşesinde hem mektubumu yayınladı, hem de takımın fotoğrafını. O zamanın Fenerbahçe Başkanı Emin Cankurtaran da bütün takıma Fenerbahçe forması gönderdi.
Böylece iş biraz daha resmileşti, ancak başka takımları tutan arkadaşlar Fenerbahçe forması giymek istemediler. Çok kavga ettik.
Köy kulübümüzün sürekli dört müdavimi vardı: Ben, Avni, Yılmaz ve Bayram Ali. Avni profesör oldu, Yılmaz Makine Mühendisi, Bayram Ali ekonomi uzmanı, bendeniz yazar...
Osmanlıca okuma-yazmayı öğrendikten sonra, hatta merak sardım. Camilerdeki levhaları bir bir kopyaladım.
Mısır tarlamızın hendeğinde yetişen kamışları kesip kesip divit yapar, camilerdeki yazıları örnek alıp yazmaya çalışırdım. Kimi benzerdi, kimisini yırtar atardım. Yetmişli yılların başında tanıdığım Hamid Hoca’dan işin tekniğini öğrenmeye çalıştım. Meşk ettim. Aşksız meşk olmuyormuş meğer. Sanırım hatta karşı yeterli aşkım yoktu.
Oysa rahmetli Hamid Hoca devam etmemi istemişti. Ve hiç acele etmememi... Ne var ki ben kendimi bildim bileli aceleciyimdir. Hızlı çalışır, hızlı yaşarım. Hayatım tam bir koşturmaca hâlâ. Kısacası hat sanatını icra edecek sabrı gösteremedim. Çok gençtim, çok da sabırsız...
Okul öncesi başladığım hafızlık da yarım kalmıştı. Bu en büyük pişmanlıklarımdan biridir
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.