Osmanlıdaki medreseler...
Batıdaki ilmî ve felsefî gelişmeler karşısında, Osmanlıda eğitim sistemimizin, daha doğrusu medresenin (üniversitenin) durumu ne idi?
Yükselme Devrinde, Fâtih Sultan Mehmed zamanında, Sahn-ı Seman medreselerinde (üniversitelerinde), din ilimleri ile fen ilimleri yan yana okutuluyordu. Ama Ebussuûdun, Medreselerde tabiî ilimleri okutmaya gerek yoktur meâlindeki fetvasıyla; maalesef fen ilimleri kaldırılmıştı. Artık, salâbet değil; taassup hüküm sürmeye başlamıştı. Oysa, İslâmiyet taassubu (bir şeye körü körüne yapışmayı) değil; salâbeti, hakkı, gerçeği, akıl ve bürhanlarla bulduktan sonra ona sık sıkı sarılmayı getiriyor.
Medrese, tekye ve zâviye bundan mahrum kalmıştı maalesef. Gelişmeleri takip edememiş, kendisini yenileyememiş, gelişmemiş bir bilgi yığını vardı artık. Asırlar öncesinin malûmatları tekrar ediliyordu. Dört-beş asır boyunca geçmişin birikimleriyle idâre edilmiş, şerh ve bir takım açıklamalardan öteye gidilememişti.
Elbette kendisini yenileyememiş, gelişmelere paralel bir eğitim seyri takip edememiş medrese, tekke ve zâviye; fen, felsefe ve ilmin sacayaklarına oturmuş Deccalizmin saldırılarına cevap veremezdi. Kurân etrafındaki surlar; Osmanlı devletinin çöküş sürecine girmesiyle; medreselerden fen ilimleri kaldırılması, tekke ve zaviyeler de kendilerini yenileyememiş olmasıyla yıkılmaya yüz tutmuştu. Askerî sahadaki gerileme, ilmiye sahasında da görülmeye başlanmış. Eğitim müessesesi de skolastikleşmiş; fen ve felsefeden gelen hücumlar durdurulamamıştı.
20. asrın başlarında, Abdülhamid tarafından İslâm ülkelerinin durumunu tesbit için vazifelendirilenlerden birisi olan Abdürreşid İbrahim, medreselerinde yetiştirdiği ilim adamlarıyla meşhur olan Buharadaki eğitim sistemi hakkında şunları söylemektedir:
Öğretim usûlü berbat. Bir kitabın mukaddimesini beş senede okurlar. Yirmi-otuz sene bir medrese odasında oturur; bütün ömrünü âlât, lisân tahsilinde geçirir; sonunda iki kelimeyi konuşamadığı gibi, bir satır da Arapça ibâre yazamaz. Tahsil, çok acınacak bir haldedir.1
Bediüzzamanın şu tesbiti de aynı hususa parmak basar:
Ulûm-u medarisin [medrese ilimlerinin] tedennîsine [gerilemesine] ve mecrâ-yı tabiîden çevrilmesine bir sebeb-i mühim budur: Ulûm-u âliye [sarf, nahiv gibi âlet ilimleri] maksud-u bizzat sırasına geçtiğinden, ulûm-u âliye [yüksek ilimler] mühmel kaldığı gibi, libas-ı mânâ hükmünde olan ibare-i Arabiyenin halli, ezhanı [zihinleri] zaptederek, asıl maksut olan ilim ise tebeî kalmakla beraber ibareleri bir derece mebzul olan ve silsile-i tahsile resmen geçen kitaplar evkat, efkârı kendine hasredip harice çıkmasına meydan vermemeleridir. 2
Çare yine Bediüzzamanda: Vicdanın ziyası, ulûm-u dîniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecellî eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassup, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder. 3
NOT: Okuyucularımızın ve bütün milletimizin Ramazan-ı Şerifini tebrik eder, İslâm ve insanlık âlemi için hayırlara vesile olmasını; hususan İslâm âlemine huzur, kardeşlik ve barış getirmesini, her türlü musîbetlerin define, hayırların celbine vesile olmasını Cenâb-ı Haktan niyaz ederim.
Dipnotlar:
1- İslâm Dünyası ve Japonyada İslâmiyet, c. 1, s. 46.
2- Muhakemat, s. 47.
3- Münâzarât, 127.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.