Ramazan ve hastalıklarımız
Şükür, yine kavuştuk.
Her Ramazan bir kurtuluş fırsatı.
Bakalım, bu sefer kurtulabilecek miyiz?..
Ramazana bir dolu hastalıkla giriyoruz...
Tövbe edelim.
Özellikle şu son yıllarda, günahın mübahlaştırılmasına yönelik çabalar dikkat çekiyor.
Misal mi?
Dindar kesim, on, on beş yıl öncesine kadar faiz konusunda sanki çok daha hassastı.
Faiz günahına bulaşmanın en hafif halinin bile insanı ne korkunç bir duruma sokacağına ilişkin hadisler sıralanırdı.
Camilerde hocalar, sık sık faiz meselesine girer ve kan donduran uyarılarda bulunurlardı.
Şimdilerde bu türden vaazlara pek rastlamıyoruz... Dahası, uzun yıllar öncesinden tanıdığımız pek çok cami hocasının ev, arsa veya otomobil için ve tabii ki uygun faizlerle (!) banka kredisi çektiklerini görüyoruz.
Hoca, devlet memuru olduğundan yani garanti maaş sahibi olduğundan kredi çekmekte zorlanmıyor. Yapılan işlem, Ayete, Sünnete, Hadise aykırı değil mi?..
Şüphesiz aykırı.
Peki, niçin yapılıyor?..
Denmekte ki;
Mecburiyetten.
Faizle kredi çekme mecburiyeti!..
Ya da İslamla kapitalizmi bağdaştırma çabası!..
Gevşemeye bir başka misal:
Zamanında, cihadı kimseye bırakmayanlardan çokları şimdilerde mesela Ankaranın Çukurambar taraflarında akla ziyan hesaplar ödeyerek iş görüşmekte.
İş mevzuu zamanla aşk mevzuuna dönüşmekte.
İş ve aşk bir arada giderken, çevre iyice daralmakta.
Yoksul kitlelerin desteği ile ve tabii cihat yaparak buralara gelmiş olanlardan bazıları, içinden geldikleri kitleden öyle uzak düşmüş durumda ki...
Sohbetlerin ana mevzularından biri de o:
Bizim toplum köylülükten kurtulmadıkça bir yere varamayız azizim!..
Dindar kompleksi ayrı bir dert, büyük mücadeleler sonucunda belli makam ve mevkileri ele geçiren Dindarlara bakıyorum, hâlâ eziklik hissediyorlar. Gazeteci böyle, siyaset adamı böyle, bürokrat böyle.
Bir makam Dindarın eline geçtiğinde sanki ağırlığını, önemini kaybediyor.
Dindar, Mümine karşı şedit.
Ne hak etmişler biliyorum, yıllardır vekaletle görev yürüten.
Ne hak etmemişler biliyorum; sırf dindar olmadığı için bu dönemde de el üstünde tutulan!..
Oralarda işler böyledir:
Elin oğlu adamını tutar, Dindar adamını ezer!..
Sözlerimize de pek sadık sayılmayız. Sana olan borcumu kısmet olursa Perşembe günü ödeyeceğim cümlesindeki Kısmet Olursa ibaresi, genellikle Kısmet Olmadı işte! demek için kullanılıyor.
Bir aksilik olmazsa demişse aksilik olacak demektir!..
İş ahlâkımız da kontrole muhtaç, bir işin nasıl yapılacağı üzerine değil de, yapılmaması için hangi mazeretler üreteceğimiz üzerinde kafa yoruyoruz.
Neticeye ulaşmak için istifade etmemiz gereken sebeplere değil de, mazeretlere, bahanelere sığınıyoruz.
İş ilişkileri laçka; dostluk, abilik, cemaat kardeşliği, iş arkadaşlığı, ortaklık ilişkileri birbirlerine karışıyor ve ortaya sorumlulukları yerine getirmeme sonucunu doğuran çarpıklıklar çıkıyor.
Doktora gitmeyecek kadar iyi olanların, hastalık bahanesiyle işe gitmemeleri bir örnek.
Abi Allahın izniyle ben bugün evde kalıp şu hastalığı atlatayım diyorum!..
Ne muhabbet!..
Ücret ödemeler de sıkıntılı...
Biz bu bakımdan kısmetliyiz ama genel durum öyle değil; birçok müessesede maaşlar aksıyor, emekçinin teri kuruyor ama emek karşılığı ödemeler erteleniyor.
İşçilerinin maaşlarını geciktiren patronların lüks içinde yaşadıklarını ve yatırım üstüne yatırım yaptıklarını görmek de bünyeyi müteessir ediyor.
Meşhur hikayedir; Erkek köşeyi döndüm mü, önce evi, sonra arabayı ve sonra da hanımı değiştirirmiş...
Burada da hastalıklı bir hal var.
Zamanın mücahitlerinden pek çoğu zengin oldu ve zengin oluşun üzerinden henüz birkaç yıl geçmişken hanımı boşadı ya da boşamadan olmadık birlikteliklere imza attı.
Şu sanatçılar, bu mankenler...
Rusyadan, Bosnadan türlü hikayeler...
Hayatları boyunca göz ucuyla baktıklarının bir nefes kadar yakında olduğunu görünce, dağılıyor birileri... Dar durumda sığınılan evdeki kadın bollukta göz ardı. İşin garibi, toplum da dışlamıyor bu zayıf karakterli tipleri... Hoş mu görüyor ne!..
Ey Şehr-i Ramazan... İyi ki geldin.
İyi ki yine yetiştin!..