Çocukluğumun tek fotoğrafı
Bizim çocukluğumuzda fotoğraf makinesi vardı elbet, ama bizim köye henüz gelmemişti. Bu yüzden çocukluğuma ait tek fotoğraf, ilkokula kayıt yaptırmak için çektirdiğim fotoğraftır.
Tüm çocukluğumdan bugüne, hâlâ sakladığım tek kare fotoğraf kaldı. Ne tuhaf: Hiç çocuk olmamışım sanki...
Okula başlamanın en güzel tarafı, kayıt için fotoğraf çektirmekti. Benden önce fotoğraf çektiren arkadaşlarım cakalı cakalı gösteriyor, nasıl fotoğraf çekildiklerini anlata anlata bitiremiyorlardı. Tabii bire bin katarak...
Hayatımda ilk kez bir fotoğraf çektirecektim. Aman Allahım, nasıl bir meraktı o. O günü iple çekiyordum. Nihayet o gün geldi. Şehir meydanının kıyısında iş tutan seyyar fotoğrafçıyı bulduk. Geçtim fotoğraf makinesinin karşısına...
Fotoğrafçı orta yaşlı, çok ciddi görünümlü bir adamdı. Zaten şehirlilerden oldum olası ürkerdim. Eh o da bir şehirliydi (değilmiş meğer, köylüymüş, sonradan öğrendim) sonuçta. Şehirliler bize tepeden bakar, dudak bükerlerdi. Ya da kim bilir belki de bana öyle gelirdi.
Üç ayaklı bir sehpanın üstüne sabitlediği gaz tenekesi büyüklüğündeki fotoğraf makinesinin içine kafasını sokup kıpırdama komutu verdi. Heyecandan kalbim duracak sandım. Bitmemişti. Ardından ikinci uyarı geldi: Çekiyorum. Sonra çıt diye bir ses çıktı...
Neler olup bittiğini anlamadan soluksuz bekliyordum. Öleceğimi sandım. Annem tamam diyene kadar nefesimi tuttum. Oooh, dünya varmış... Gözlerim kararmıştı. Yavaş yavaş toparlandım.
Anneme fotoğrafı ne zaman göreceğimizi sordum. Bilmem dedi, yakında herhalde.
Sorsana...
Tuhaf: O bile parasını verip çektirdiği fotoğrafın hesabını soramıyordu. Bereket versin fotoğrafçı kendiliğinden söyledi, ama nasıl ciddi bir tavırla, anlatamam: İki saat sonra gelin alın.
İki saat mi? Amma uzun... Başka çaremiz yoktu. Mecburen bekleyecektik...
Acaba daha erken olmaz mıydı?..
Merakım korkularımı sindirmiş olmalı ki, tüm cesaretimi toplayarak anneme sordum: Daha erken olmaz mı?
Tenekemsi fotoğraf makinesinin arkadan fil hortumu gibi uzanan kara kumaşından elini sokup görünmez yerlerde bir şeyler karıştıran fotoğrafçının duyamayacağı (duyarsa kızar diye) kadar alçak bir sesle konuştuğumu sanmıştım ya, ne hikmetse duymuştu:
Dudaklarının arasında belli belirsiz bir tebessüm gölgelendi. İşinin ne kadar önemli olduğunu vurgulayan bir ses tonuyla konuştu:
O kadar kolay değil. Önce banyosu yapılacak, arabı (negatif) çıkacak, sonra arabından aslı çekilecek. Bu kadar sabırsız olma delikanlı.
Bana delikanlı demesi hoşuma gitmişti, belli belirsiz gülmesi de. Ben adamın asla gülmediğini düşünmüştüm oysa.
Peki dedim boyun büktüm.
İki saati değerlendirmek için annemle pazar yerine gittik. Bıraksalar fotoğrafçının başına dikilecek, bir santimetre dahi kıpırdamadan yaptığı bütün işleri gözlemleyecektim. Anneme aldırmadan bunu yapardım, ama fotoğrafçının kızmasından korkmuş, annemin peşine takılmıştım.
Annemin eli elimde sergilerin arasında dolaşırken, aklım fotoğraftaydı... Acaba nasıl çıkmıştım?
Nihayet gördüm. Boynum hafiften bükük, gözlerim aval aval açık, alt dudağım alabildiğine sarkıktı.
Ne olursa olsun artık benim de bir fotoğrafım vardı. Arkadaşlarıma gösterip böbürlenebilecektim. Daha da önemlisi, okula kaydolabilecektim.
Uzun bir çocukluğun tek kareye sığmış olması bana hâlâ çok garip geliyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.