Hiçbir ülkede görülmeyen tavır
Türkiye tarihiyle ilgili bilgi veren ders kitaplarında gizlenen bir gerçek var: Sistem ve bir kısım idareciler, bilhassa tek parti devrinde inanç ve değerlerimizle sürekli kavga etmişlerdir. İnkârı mümkün olmayan bu hadise, nedense perdelenmiş ve böyle bir hadise yaşanmamış gibi gösterilmiştir. Ancak son yıllarda şahitler konuşmaya ve yazmaya başlayınca, tek parti devrinde yaşanan ve kendi ayağına kurşun sıkmakla eşdeğer olan fena hadiseler genç nesillerce de bilinir hâle geldi.
Bu konuda konuşan ve yazan iki şahidin ortak tesbitini hatırlatmak faydalı olacak. İlki, tanıyanların Tosun Baba dediği ve hâlen New Yorktaki Cerrahi-Halveti Tekkesinin şeyhi olduğu ifade edilen Tosun Bekir Bayraktaroğlunun açıklamalarında yer aldı. Yolu sosyalizmden anarşizme, bohemlikten akademiye, ticaretten aristokrasiye sonra da tekkeye düşen Bayraktaroğlu, (Türkiyedeki) Başörtüsü sorununu takip ediyor musunuz? sorusu üzerine açıklama yaparken şöyle demiş: Çok kızıyorum. Af edersin biri Nişantaşında (...) dolaşınca kimse karışmıyor, bir kız başını örtünce herkes karışıyor. Ben hiç, hiçbir ülkede buradaki gibi İslâm Müslüman düşmanlığı görmedim. (Konuşan: Fadime Özkan, Star g., 16 Temmuz 2012)
Belki bu beyanların abartılı olduğunu söyleyenler de çıkacak, ama inanın ki abartı yok. Hem halkın ekseriyeti Müslüman olsun, hem de neredeyse çeyrek asır kesilmeyen bir başörtüsü yasağı uygulansın... Böyle bir yanlışın dünyada eşi, benzeri var mı? Tabiî ki mesele sadece başörtüsü meselesi değil. Bir zamanlar bu memlekette Allah demek, yazmak, konuşmak bile yasaklanmıştır. Hayır, abartma, böyle bir şey olmamış diyenlere hemen Allah-ü Ekber, Allah-ü Ekber diyerek ezan okunmasının 18 yıl boyunca (1932 ile 1950 yılları arası) yasaklanmış olduğunu hatırlatırız... Onun maksadı, ezanın daha iyi anlaşılmasıydı diyenler ancak kendilerini inandırabilirler.
Tek parti Türkiyesinin hâl ve gidişine şahitlik edenlerden biri de Almanyanın yetiştirdiği ünlü filologlardan (dilbilimci) ve aslen Yahudi olan Eric Auerbach olmuş. Eric Auerbach, Führer yönetiminin Yahudiler aleyhinde hazırladığı kötü kanunlar dolayısıyla 1936 yılında Almanyadan ayrılmış ve İstanbul Üniversitesinde çalışmaya başlamış. Dolayısıyla Türkiye şartlarını iyi biliyor. Auerbachın, dostu Walter Benjamine İstanbuldan yazdığı bir mektup o günlerin Türkiyesini şöyle resmediyor:
(...) Dindarlığa karşı mücadele ediliyor ve İslâm kültürü Arap kökenli bir yabancılaşma olarak küçük görülüyor; hem modern hem de saf Türk olma isteği söz konusu. Bu çabalar, eski yazının yürürlükten kaldırılması, Arapçadan alınmış kelimelerin atılması ve yerlerine Türkçe ya da kısmen Avrupa dillerinden alınmış kelimelerin konması yoluyla dilin tümüyle bozulmasına kadar vardı: Eski edebiyatı okuyabilecek tek bir genç bulamazsınız, düşünsel alanda son derece tehlikeli bir yönsüzlük söz konusu. (Aktaran: Levent Yılmaz, Taraf, 18 Temmuz 2012)
Almanyanın yetiştirdiği ünlü dilbilimci Eric Auerbachin ifadesiyle tek parti devrinde Eski edebiyatı okuyabilecek tek bir genç bulunamıyorduysa, bir de bu günkü halimizi düşünelim. Dilin tamamıyla bozulmasına imza atanlardan faydalı ve iyi bir tek iş çıkması mümkün müydü?
Herkes eğri oturup doğru konuşsun: Özellikle 1950 öncesi milleti canından bezdiren çok büyük yanlışlar yapıldı. Bu yanlışların bir kısmı sonraki yıllarda düzeltilmiş olsa da bazıları hâlâ devam ediyor. Nasıl ki maddî hatalar ve yanlışlar için bu milletten özür dilendi, manevî noktada yapılan yanlışlar için de samimî bir şekilde özür dilenmelidir. Bu yapılmadığı sürece devlet ile milletin kaynaşması, dolayısıyla da huzura kavuşmamız kolay olmaz.
Hiçbir ülkede görülmeyen tavrın Türkiyede uzun süre hüküm sürmesi de her halde kaderin bir cilvesidir. Hatalardan ve yanlışlardan ibret ve ders alabilirsek ve tabiî ki bu hataları tekrarlama yanlışına düşmezsek; önümüzdeki yıllar çok daha aydınlık ve huzur dolu olur, bunun da farkına varalım...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.