Gelin, cesaret edelim ve Kürt meselesini şöylece çözelim (2)
Geçen haftaki makalede Anayasamızdaki bazı maddelere dikkat çekmiş ve Türkiye Cumhuriyeti’nin mutat vatandaşlarından, ama etnik olarak Türk olmayan biri olarak “sadakat yemini etmek durumunda olduğumuz ve dolayısıyla uymak zorunda bulunduğumuz Anayasa’nın bu hükümlerini okuyunca ne anlarız, ne hissederiz, ne düşünürüz?” demiştik...
Bu Anayasa daha Başlangıç bölümünde, egemenlikten söz ederken, “kayıtsız ve şartsız olarak” sizi işin içine katmamış ve uymak zorunda olduğunuz kanunların kaynağının emanetine ortak etmemiş. Yani ya görmezlikten gelmiş ya da görmüş ama emanet etmeye uygun bulmamış!
3.Madde’de devletten bahsederken, “devletin dili Türkçedir” demiş ve buna herhangi bir sınır çizmemiş. İlk bakışta “Yaa, devletin dili de mi olurmuş?” gibi garip bir soru da gelmiş aklınıza ama devletin konuşmasının “devletin taraf olduğu yazışmalar” olabileceği gibi bir şeyler düşünüp bunun da o kadar yersiz olmadığı fikri gelmiş aklınıza ancak yine de şunları sormaktan kurtaramamışsınız kendinizi: “Burada kastedilen resmi dil mi, ortak dil mi, tek dil midir; bu tanım eğitimi (devlet, özel dâhil), sokağı ya da bir siyasetçinin, bir devlet görevlisinin halka yönelik konuşmasını da içeriyor mu?” Ve sonunda şu kanaate varmışsınız: Bu Anayasa benim anadilimi yok saymış veya zımnen yasaklamış.
5.Madde’de devletin temel amaç ve görevlerini sayarken; “Türk milletinin bağımsızlığını… kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak… insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.” demiş ve sizi, “Peki, o zaman benim refahım, mutluluğum, maddi ve manevi varlığım ne olacak?” gibi melankolik bir soruyla ortada bırakmış.
6.Madde önce gönlünüze su serpen bir ifadeyle “Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir” diye başlamış ve sanki sizi de milletten sayarak egemenlik sahibi yapar gibi olmuş ama hemen arkasından, bu egemenliği kullanma hakkını kayıt altına alırken, “Türk milleti (bu) egemenliğini…” diyerek ötelemiş.
66.Madde’de “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.” demiş ve bununla sizi “Ben Kürt, Boşnak, Çerkez olduğuma göre bu devlete vatandaşlık bağım yok demek ki” gibi düşüncelere sevk etmiş; “Türk babanın veya Türk ananın çocuğu Türk’tür” demiş ve sizi “Yaa, benim babam Kürt anam da Türk” ya da “Babam Çerkez anam da Lâz, şimdi ben ne oluyorum?” “Ben hadi neyse de benim çocuğum ne olacak, kimle evlenmem lazım ki bu Anayasanın muhatabı olabileyim?” sorunsalıyla baş başa bırakmış.
Eğer bu atmosferde, okumaya devam eder ve Madde 70’e gelebilirseniz, diğer haklarınız hukukunuz vs. bir yana geleceğe dair ümitleriniz de büyük ölçüde sönecek, kendinizi devletsiz ya da bir başka milletin devletinde yaşıyor hissedeceksiniz artık. Çünkü bu madde “Her Türk, kamu hizmetlerine girme hakkına sahiptir.” demiş ve öz kimliğinizle, size kamuyu yasaklamış. Ve bununla siz kendi kendinize “Eee, şimdi ben Kürt’üm, Boşnak’ım, Süryani’yim… kamu hizmetlerine giremeyecek miyim, devletin memuru olamayacak mıyım, Belediye’de çalışamayacak mıyım” diyor ve karanlıklara gömülüyorsunuz. Çocuklarınızı düşünüyorsunuz. Onların geleceğini gözünüzün önüne getiriyorsunuz. Yüreğiniz burkuluyor. Küsüyorsunuz hayata, sizi yöneten insanlara ve devlete. Soğuyorsunuz bu ülkeden. “Bütün bunlardan mahrumsam bu Anayasa benim neyime?” diyor, ümitsizliğe kapılıyorsunuz. Kuşkular beyninizi kaplıyor ve derinlere dalıyorsunuz: “Bu vatan gerçekten benim vatanım mı, gerçek bir vatandaş mıyım ben? sorularını soruyorsunuz kendinize.
Ve sonunda dayanamayıp “Burası benim vatanımsa ve ben gerçek, eşit bir vatandaşsam, o zaman bu ayırımcılık niye?” diye isyan ediyorsunuz. (Allahtan uygulamada tam da böyle olmuyor ve kamuda görev alma hususunda etnik gruplar arasında belirgin bir ayırımcılık yapılmıyor. Bu noktada, asıl mağdur olanların başörtülüler olduğunu, Cumhuriyet kuruldu kurulalı bu devletin, inançlarının gereği olarak başlarını örten insanlara kamuyu yasak ettiğini belirtmem gerekiyor).
Peki, bütün bunları Anayasaya kim koydurdu?.. Darbeci General Kenan Evren ve şürekası… Kim koydu?.. Profesör titri taşıyan bir takım hukukçular... Ya kim onadı?.. Biz; okumuşu, okumamışı, Doğu’lusu, Batı’lısı, Türk’ü, Kürt’ü, Laz’ı, Çerkez’i herkes. Hem de %90 küsurluk bir “Evet” oyuyla, yani alkışlarla!.. 30 yıldır da özde hemen hiçbir şey değişmedi, değiştirilmedi… Geçerli bir bahanemiz de yok. Yani, “Yok efendim darbe Anayasasıydı, biz mi yaptık, biz mi kabul ettik” filan demeye hakkımız yok… Ya kim uyguladı?.. Dün asker-sivil-bürokrat Cumhuriyet elitleri, bugünse hemen her kesimden insanlar, yani yine bizler; hepimiz!
Birbirimize kırılmayalım, kızmayalım, küfretmeyelim; şu apaçık gerçeği herkesin kabul etmesi gerekiyor artık: Söz konusu olduğunda, uğrunda “Vatanın her zamankinden daha çok birliğe, beraberliğe…” diye başlayan cümlelerle nutuklar attığımız bu Anayasa hükümleri, bugün bizi birliğe değil ayrılığa, beraberliğe değil bölünmeye götürüyor. Tek uluslu bir devlet (oluşturmak) mantığıyla kurulan Türkiye Cumhuriyeti bir üniter devlet olarak siyasi sınırlarıyla, sosyal bütünlüğüyle hiç de otuz sene öncesinden daha muhkem durumda değil maalesef.
O halde yapılacak şey; “Darbeci General Kenan Evren’e ya da tarihin çoktan sifonunu çektiği adı lüzumsuz kişilere hayıflanmak, küfretmek değil habis tümörle işgal edilmiş bir beyin misali olan ama hala vücud-u vataniyyeyi yönetmeye devam eden bu Anayasa’yı değiştirmek, büyük yanlışı bir an önce ortadan kaldırmaktır. Bu yapılmadan harcanacak her çaba boşuna olacak, atılacak her kurşun boşuna atılacak ve üzülerek söylüyorum ki akacak her damla kan boşuna akacak, akıtılacaktır.
Evet, bu mesele ve ileriki yıllarda önümüze çıkabilecek benzer meselelerin çözümünde anahtar rol oynayacak “ilk ve de elzem adım” budur. Bunu yapalım; gecikmeden yapalım, cesaret ve basiretle yapalım. Ve bunu herkesin anlayacağı, herkesin içine sineceği, herkesin vicdanında yer edeceği, bütün kesimlerin hakkını, hukukunu, onurunu koruyacak bir dille yapalım ki gönülden bağlı olacağımız, bir bayrak gibi baş üstünde tutacağımız bir Anayasamız olsun.
Evet, bunu yapalım; gerekirse, bize çok zor gelecek noktalarda bağrımıza taş basarak yapalım. Çünkü hem içerdeki hadiseler, hem sınır ötesindeki gelişmeler hem de dünya konjonktürü ve halk hareketleri göstermektedir ki geri dönüşü olmayan bir yoldayız.
Kısmet olursa haftaya devam edeceğiz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.