Bir hukuk devletinde...
Biz gazeteciler bazen bazı şeyleri mutlak genellemeler şeklinde yazıyoruz..
Okur da bunu böyle algılıyor. Misal Kılıçdaroğlu ya da Erdoğan kendisine hakaret eden birini dava ettiğinde tazminat kazanıyor ya.. kim kime hakaret ederse etsin sonunda tazminat kazanırmış gibi bir algı yaratıyoruz haberlerimizde.. Oysa sokak hiç de öyle değil. Kamuoyunun önündeki herhangi birine edilmiş en küçük bir söz dava konusu olabiliyor. Oysa örneğin trafikte iki sürücü yol verme tartışması nedeniyle birbirine ana-avrat söverken, savcılar bunu dava konusu yapmaya gerek bile duymayabiliyor. Toplam sonuca baktığımızda ise neredeyse her hafta bir tane; “yol verme tartışması yüzünden öldürdü” haberi okuyoruz. Oysa hiç; “hakaret ettiği politikacı tarafından alnının ortasından vuruldu” haberi okumuşluğumuz yok..
KİME GÜVENELİM?
Şehirde yaşadığım için benim tek dayanağım polis. Çocuklarıma ilk tanıttığım üniforma polis üniforması oldu. Üniformalar değiştiğinde evde olağanüstü hâl ilan edip yeni üniformalar hakkında brifing verdim. Neden? Çünkü çocuklarıma şunu öğrettim; başınıza her ne gelirse gelsin, koşarak yanına gideceğiniz tek adam polistir.. Paranızı da kaybetseniz, yolunuzu da kaybetseniz, anne-babanızı da kaybetseniz; polis halleder.. Polis halleder de, bir de “hukuk devleti” diye adı karizmatik içi boş bir mesele var ortada.. Özür dilerim. Saygı duymaya çalışıyorum ama şu kısa ömrümde devletimizin hukuk devleti olduğuna dair çok böyle elle tutulur deneyimlerim olmadığı için de öfkeliyim.
HUKUK DEVLETİ VE POLİS
Adına “hukuk devleti” dediğimiz bu yapı nedeniyle, polisin eli kolu bağlanmış durumda.. Hiç öyle makro meselelere, KCK’ya, Ergenekon’a vesaireye falan gitmeyeceğim. Bu işler toplumun geniş kesimleri için fantezi düzeyinde. Halkın gerçek gündeminde, tepesinden silkelenen halı var. Garaj kapısının önüne arabasını park eden komşusu var. Sokakta “omuz attın” meselesinden çıkan kavga var. Metrobüste karısının-kızının tacize maruz kalması var. Geceyarılarına kadar devam eden sokak düğünleri nedeniyle çocuğunu uyutamayan anneler var.. Var da var.. Metropol bu vakalarla dolup taşıyor. Peki bu sorunları kim çözüyor? Kim çözecek? Vatandaş kimin kapısını çalacak?.. O adını telaffuz ederken ağzımızı dolduran “hukuk devleti” prensibi gereği polisin eli-kolu bağlı. Ağır ve yavaş işleyen bir bürokrasinin içine sürüklenen vatandaş ise hem mağdur hem de boşa giden vakti nedeniyle bir parça enayi...
BİRİ SİZE SÖVERSE..
Daha açık yazayım.. Yukarıda hatırlattım mesela. Kılıçdaroğlu’na sövüyorsunuz. Tak.. Hakaret davası.. 5 bin TL tazminat.. Gazeteyi açmışsınız bu haberle başlamışsınız güne.. Ne demiş adam Kılıçdaroğlu’na mesela? Şunu demiş, bunu demiş.. Arkadaş daha dün benim komşum bana daha ağırını söyledi.. “ahlaksız” dedi.. “O... Çocuğu” dedi mesela.. Bu tarifeyle ben karakola gitsem, en aşağı 50 bin TL alırım o vakit.. Diyorsunuz ya.. Haybeye yormayın kendinizi.. Bir lira bile alamayacağınız gibi madara olursunuz. Çünkü gittiğinizde polis her ikinizin de ifadesini alır, savcılığa gönderir. Kuvvetle muhtemel (karşı tarafın verdiği ifadeyi bilmediğiniz için) suçlu çıkabilirsiniz. Hadi suçlu çıkmadınız diyelim, en azından savcı meseleyi dava konusu yapmak istemeyebilir. En çok dava açılacağına inandığınız anda ise ya polis ya da savcı; “öpüşün-barışın, olmaz öyle şey” diyerek işi bambaşka mecralara sürükleyebilir. Her hal ve şartta dava açılsa bile alınabilecek bir sonuç yok denecek kadar küçük bir ihtimaldir.. Size söven adamın burnunun ortasına bir yumruk indirmediyseniz, yediğiniz yanınıza kâr kalmış demektir.
HUKUK DEVLETİ
Adına “hukuk devleti” denilen yapı nedeniyle polis hiç bir olaya anında operasyonel olarak müdahale edemiyor. Karşısına CMUK, Polis vazife Kanunu gibi yasalar çıkıyor.. Her şüphelinin hakkı-hukuku çıkıyor. Ama yine aynı hukuk devleti, mağdurun hakkını korumaya yetmiyor. Mağdur olarak yaptığınız müracaat neticesinde suçlu çıkma olasılığınız doğuyor. Sonra insanlar, kendi hakkını kendileri savunmak istediği zaman kimse kıyametleri koparmasın. Kalın sağlıcakla.