Siyasete hakim olan dil
Dil üzerine o kadar söz söylenmiş ki, bunlara bir yenisini ilave etmek neredeyse imkânsızdır. Dil, yani söz; insanı vezir de yapar esir de! Hele idarecilerin dillerinin temiz olması, mümkün olduğu kadar sözleriyle insanları yaralamaktan kaçınmaları çok önemli.
Dilin, insanların başına belâlar açabildiği bir alan da siyasettir. Siyasetçilerin konuşmaları bazen onları yıldızlaştırırken, bazen de itibarlarını yerlere serebilir. Son aylarda ya da günlerde siyasetin dilinin bozulmaya başladığı, siyasetçilerin konuşmaktan ziyade dilleri vasıtasıyla birbiriyle kavga ettikleri akla geliyor.
Öfke ile kalkıldığında zararla oturulan koltuklardan biri de siyasetçilerin koltuğudur. Başka insanların öfke ile kalkması sadece kendilerine zarar verir, ama siyasetçilerin, hele hele Türkiyeyi idare edenlerin öfkeli dil ile konuşması hem kendilerine hem de başkalarına, belki de bütün bir millete zarar verebilir.
Tarih, diline hakim olmayanların uğradığı zararları yazmakla bitiremez. Buna rağmen siyasetçilerin ağır dille konuşmaya hevesli olmalarını anlamak mümkün değil. Kim, kavgacı dili savunabilir ki? Ama bakıyoruz, çaplı, çapsız sözler en başta kullanılıyor. İç siyaset bir yana, dış siyasette de bu dil kullanılıyor ki anlamak mümkün değil. Dilleriyle insanları yaralayan, hatta paralayan siyasetçilerin sakin düşünen danışmanları da yok mu? Bu kavgacı dilin uzun dönemde o dili kullananlara zarar vereceğini görmüyorlar mı? Onların da basiretleri kapandı mı?
Hadiselere tarafgir bakanlar, kavgacı üsluptan memnun olabilirler ve belki de destekledikleri siyasetçileri bu yolda teşvik edebilirler. Ancak şu bilinmelidir ki, uzun dönemde bu dil kullananlara da fayda vermez.
Yılların tecrübesiyle ortaya çıkmış, ecdad yadigârı sözleri en başta siyasetçilere hatırlatmakta fayda var. İsterseniz bu önemli atasözlerinden (sanal âlemde herkesin kolayca ulaşabileceği) bir kısmını hatırlayalım:
* Bıçak yarası geçer, dil yarası geçmez.
* Buğday ekmeğin yoksa buğday dilin de mi yok?
* Bülbülün çektiği dilin belâsı.
* Dilini tutan, başını belâya sokmaz.
* Dilden gelen elden gelse, her fukara padişah olur.
* Dilim seni dilim dilim dileyim, başıma geleni senden bileyim.
* Dilin cirmi (cismi) küçük, cürmü (suçu, kabahati) büyük.
* Dilin kemiği yok.
* İki kulak bir dil için.
* İnsanın eti yenmez, derisi giyilmez; tatlı dilinden başka nesi var?
* Sofrada elini, mecliste dilini sakla.
* Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır.
Türkiyeyi idare edenlerin danışmanları mümkün ise her gün bu ve benzeri atasözlerini siyasetçilere hatırlatmalıdır. Bu yapılabilirse dillerin kalplerde yara açan konuşmalar yapması ve havanın gerilmesi önlenebilir. Ekseriyet tahkik ehli olmadığı için siyasetçilerin, liderlerin yaptığı konuşmalar taraftarları arasında tahmin edilenden daha fazla tesirli oluyor. Taraftarlar birbirlerine, liderlerinin sözleri üzerinden sataşıyor ve siyasetteki yaralayıcı dil cemiyetin her yerine sirayet ediyor, yayılıyor. Oysa İki kulak bir dil anlayışı ile hareket edilse az konuşup çok dinlemenin faydaları ortaya çıkacak. Malum, Çok mal haramsız, çok söz de yalansız olmaz kanaati hayli yaygındır. O halde siyasetçiler çok konuşmak yerine ölçülü ve dengeli konuşmayı, konuştukça insanları (muhalifi bile olsa) yaralamamayı hedef olarak önlerine koymalıdırlar.
Siyasetçiler lütfen dillerini biraz saklasınlar ki hava yumuşasın...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.