Ana gibi yar, Bağdat gibi diyar
18 yıl sonra ilk defa bir Türk Başbakanı'nı ağırlayan Bağdat, hâlâ hayalet şehir kisvesinde. Irak’a bir günlük ziyaret gerçekleştiren Başbakan Erdoğan’ın şu sözü Bağdat’ın elem verici akîbetini özetliyor: “Burada bir medeniyet yok oldu!”
Medeniyet ve demokrasi havarileri, medeniyetin beşiğinde tarihin gördüğü en dehşetli katliamı yapmakla kalmadılar, kadîm medeniyetin mirasını yağmalamakla yetinmediler, öyle fitne tohumları ektiler ki bölgeye, Fırat ve Dicle, Hülâgü vahşetini geride bırakacak karanlık günlere ve zulüm dolu gecelere şahitlik etti.
Bu üzüntü verici şehâdet, ümit ediyoruz, umumî intibaha vesile olur.
Türkiye, son zamanlarda geliştirdiği aktif dış politika hamlelerinden birisini daha yaparak bölgenin kararan ufkuna ümit ışıkları serpmeye çalışıyor. Başbakanlık Başdanışmanı Ahmet Davutoğlu’nun ziyareti ile başlayan süreç, Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen’in Türk-Irak İş Forumu münasebetiyle kalabalık bir grupla 30 Haziran’da Irak’a gitmesi ile iktisadî sahada önemli bir noktaya gelmişti. Erdoğan’ın ziyareti ise hem sembolik cihetten mühim, hem de diplomatik anlamda çok ciddi gelişmelere zemin hazırlayan cesaretli bir adım. Gelinen nokta, son 5 yılın hadiseleri gözden geçirilecek olursa gayet başarılı.
Tarihi ziyarette Türkiye ile Irak arasında “Ekonomik ve Stratejik İşbirliği ve Bütünleşme” belgesinin imzalanması ise hem Irak’ın bölgedeki önemine işaret etmesi, hem Türkiye’nin ‘ön alma’ siyasetinin etkinliğini artırması, hem de bölgede karşılıklı işbirliği imkânlarının zengin potansiyelini göstermesi bakımından çok önemli. Bu anlaşma çerçevesinde ülke başbakanları yılda en az 1 kez görüşecekler. Alt seviyede bu görüşmeler çok daha sık gerçekleşecek; ilgili bakanlar en az 3 kez, teknokratlar en az 4 kez görüşecekler. Kısacası, Irak’ın yeniden inşaası için seferber olunacak.
Kriz noktalarından stratejik işbirliğine uzanan bu ilişki seyri, elbette küresel ve bölgesel aktörlere rağmen gerçekleşmiyor. özellikle ABD’nin bölgeye yönelik planları hâlâ sahada. Ancak uluslararası ilişkilerde dinamik ve süreklilik arzeden faktörler dikkate alındığında, Türkiye’nin atacağı en ufak bir adımın dahi çok uzun vadeli hedeflere hizmet edeceği şüphesiz.
Irak’ta bünyeyi kemiren asıl kurt olan mezhep ve ırk temelli nifak hareketleri dahi Türkiye’nin alacağı inisiyatife göre kaybolmasa, önemli ölçüde azalabilir. Tarihi derinlikli münasebetlerden dolayı bölgede sadece mezhepler değil, ülkeler arasında bile arabuluculuk, birleştiricilik yapabilecek tek ülke Türkiye. Bu bakımdan Başbakan’ın dönüş yolunda söylediği ifade edilen “Ben ne Sünniyim, ne Şii, ben Müslümanım!” sözü dahi, Irak’taki mezhep temelli dahilî fitneyi söndürmek adına söylenmesi bakımından anlayışla karşılanabilir. Bu sözün hangi makamda söylendiği dikkate alınarak siyasi malzeme yapılmaması da gerekir.
Bir diğer sorunlu saha olan Kuzey Irak meselesi de, son ziyaretin yayacağı sıcak hava ile müsbet bir ivme kazanabilir. Başbakan'ın ziyaretinden hemen önce 3 Alman turistin Ağrı Dağı’nda PKK tarafından kaçırılması ise, ziyaretin sebep olacağı olumlu tesiri kırmaya yönelik olabilir. Her şeye rağmen köklü tarihi bağlara sahip olduğumuz, aramızda neredeyse hiç fark bulunmayan Kuzey Irak halkının Türkiye’den gelecek her sıcak mesajla günden güne kendi yönetimini de baskı altına alacağı muhakkak. Türkiye’deki siyasi havanın hassaslığı ve geçmişten gelen olumsuz angajmanının tesiriyle henüz Kuzey Irak yönetimi ile açık ve net bir ilişki yok. Ancak son hamleler hızlı ve etkin bir şekilde Kuzey Irak’a da mutlaka yansıyacaktır.
Irak bize hiçbir zaman bugünkü kadar ırak olmamıştı. Bu ıraklığı yakın edecek her adıma bin teşekkür...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.