Prof. Dr. Şaban Şimşek

Prof. Dr. Şaban Şimşek

Dokunulmazlık, Hasdal’da Bir General, Tekmelenen Polisler ve Ahmet Altan

Dokunulmazlık, Hasdal’da Bir General, Tekmelenen Polisler ve Ahmet Altan

Bu ülkede bir takım insanların, meslek gruplarının, kurumların dokunulmazlığı vardı bir zamanlar.

Mesela;

Askerlerin dokunulmazlığı vardı,

Milletvekilinin dokunulmazlığı vardı,

Hâkimlerin, savcıların dokunulmazlığı vardı,

Üniversitelerin, YÖK’ün dokunulmazlığı vardı,

Maliyecilerin dokunulmazlığı vardı,

Dışişlerinin (konsolos, büyükelçi, ataşe vs.) dokunulmazlığı vardı,

Gazetecinin dokunulmazlığı vardı,

Valinin, kaymakamın dokunulmazlığı vardı,

Polisin dokunulmazlığı vardı,

Kuvvetli belediyecilerin dokunulmazlığı vardı.

Bu dokunulmazlıklar,belki bazıları için “mutlak”, bazıları içindezamanına, yerine, adamına göre “kısmen” idi ama vardı. Liste genişti. Onlara dokunulamazdı. Dokunulabilenler ise neredeyse,sadece mutat vatandaşlardı. Ve her gerektiğinde(!) dokunuluyordu onlara; hukukla, kalemle, yumrukla, dipçikle, parayla, makamla vs.

Peki, bugünlerde durum nasıl?

Durum biraz daha farklı. Listede yazdıklarımızdan bir kısmı bu ayrıcalıklarını ya kısmen ya da tamamen yitirmiş durumda. Mutlak dokunulmazlığını koruyan sadece hâkimler, savcılar biraz da maliyeciler, konsoloslar-büyükelçiler… Artık az ya da çok askere dokunulabiliyor, üniversitelere-YÖK’e dokunulabiliyor, gazetecilere dokunulabiliyor, polise dokunulabiliyor, Valiye-kaymakama dokunulabiliyor… Vatandaştan söz etmeye gerek yok, onlar bu işe abone, birilerinin gözümde dokunmak için yaratılmışlar zaten!

Peki, olaya vatandaş ve devlet açısından bakıldığında önceki durum mu doğruydu yoksa şimdiki mi?

Bence ikisi de doğru değil, ,kişinde deyanlışlar var. Öncekinde demokrasinin gelişmesi, insan hakları, özgürlüklerin kullanılması, insanlık onuru açısından büyük sorunlar vardı, dolayısıyla yanlıştı. Ama devletin haysiyeti, hizmetin yürütülmesi ve bizatihi bu görevleri yapan insanların kişisel hukukları açısından bakıldığında da bugünkü dokunmalarda sorunlar var, hem de ciddi sorunlar; özellikle doz aşımı konusunda.

Bunlardan biri şüphesiz askere dokunma. Emir komuta zinciri içerisinde bir toplantıya katılmış olmak, sabah bir komutan olarak evden çıkarken öğleden sonra içeri alınmayı gerektiriyorsa ortada ciddi bir sorun var demektir. Hadi laikçi militan Kemalist askerleri bir tarafa koyalım ki aslında koyamayız bir haksızlık yapılıyorsa susamayız çünkü, ben dinine, milletine, örfüne, âdetine belki de hepimizden çok bağlı, darbe yapmayı aklının ucundan bile geçiremeyecek bir düşünce yapısına sahip olan, namazında orucunda ve hatta bulunduğu birlikte sivil kurumlarda bile rastlanmayacak ölçüde güzel mescitler yaptırmış komutanlar tanıyorum, halen Hasdal’da yatan askerler arasında.

Şunu unutmamak gerekiyor ki bu Mecelle’nin ana hükümlerindendir; suçlar ve cezalar şahsidir. Suçlu oğlu yüzünden bir babanın ya da suçlu babası yüzünden oğlunu cezalandırılması mümkün değildir. Cezalandırırsanız bu hukuki olmaz. Bu kural Kur'an'da olduğu gibi, Kitab-ı Mukaddes'te Eski Ahid'de de vardır. Dolayısıyla bir grubun, bir kurumun bütün mensuplarına da aynı gözle bakamayız. Alçak birileri darbe planlıyordu diye herkesi tutuklayamayız.

Hiçbir suretle kaçma ihtimali olmayan (hemen hepsi kendi ayaklarıyla gelip teslim olmuşlar, hatta bazıları tutuklanacaklarını bile bile yurt dışından gelmekten kaçınmamış) bu insanların hala tutuklu bulunması dokunmanın dozunun fazlasıyla aşıldığını, bu dokunmanın düzeltmek, tedavi etmek, darbeleri önlemekten öte insanları ezmek, bezdirmek, kurumları bozmak ya da azdırmak gibi hastalıklı durumlar yaratmak noktasına doğru gittiğini göstermektedir. Kişiler hasta, aileler hasta, kurumlar hasta, devlet hasta... Bu uzatmalı gidişin kimseye faydası yok, böyle devam ederse demokrasiye de olmayacak gibi görünüyor.

Bir başka doz aşılan alan da polisler.

Onlar zaten, her ne kadar dokunulmazlar listesinde yer alsa da,zaman zaman fena halde dokunulabilenlerdendiler. Bugünlerde ise durumları daha da karışık. Bazen işkence ve tecavüzle suçlanan polis müdürü Sedat Selim Ay gibi korunuyorlar bazen de Ahmet Altan’ın yaptığı gibi tu kaka ediliyorlar.

Başkaları farklı düşünebilir ama ben Sayın Altan’ın insan hakları, insanlık onuru, demokrasi ve özgürlüklerin genişletilmesi konularında iyi niyetinden şüphe etmiyorum. Ama bazen öyle ifadeler kullanıyor, kantarın topuzunu öylesine kaçırıyor ki o cümlelere, en azından o haliyle katılmak mümkün değil.

Önce “-Niye Başbakanımızı eleştirerek bu mükemmel hayatı bozuyorsunuz- temalı yazılar yazıyorlar. Herkesin bir derdi var, onların derdi de Başbakanı eleştirenler” diyerek iktidar yanlısı dediği yazarları güzelce bir haşlıyor sonra da polislere yükleniyor.

Şöyle devam ediyor Sayın Altan:Böyle bir Başbakanla, böyle bir Bakanın olduğu ülkede, başta polisler Facebook’ta “Polis kürsüsü” sayfasında “Helal olsun, iyi ki öldürdünüz, ölen köpeklere rahmet dilemiyoruz” diye yazıyorlar… Halktan birilerinin öldürülmesinin, cinayeti polislerin kutlamasının, ölenlerin köpek ilan edilmesinin mesele haline getirilmemesi gerekiyor onlara göre. Askerler az mı adam öldürdü, ne olur biraz da bu iktidar zamanında öldürseler, zaten yetmiş milyon tane daha var bunlardan, öldürerek bitecek değiller ya. Öldürmek böyle doğallaşınca Doğu Beyazıt’ta da polisler çevirdikleri kaçakçıların kafasına sıkıyorlar hiç çekinmeden.Vurulup yıkılanların kafasına botlarıyla basıyorlar.

Altan iddialarının özünde haklı da olabilir ki böyle bir durumda en yakın destekçilerinden biri tereddütsüz ben olurum ama Şimdi Allah aşkına hangi vicdan kabul eder böyleen hafif tabiriyle kötücül hatta ölümcül ifadeleri? Kim sindirebilir içine bu zehirlicümleleri? Nasıl bir ruh hali olmalı ki buna benzer düşünceler oluşsun beyinlerde?

Neresinden bakarsanız bakın, facebook’ta ya da başka yerdebu cümleleri yazanlar için de alıntı yapıp bunları köşesine taşıyan Altan için de ayıp derecesinde yakışıksız cümleler bunlar. Bir de sanki polis teşkilatının resmi açıklamaymış gibi dile getiriliyor yabunlar, daha kötüsü işte bu. Böylece bütün bir camia cinnet getirmiş hastalıklı bir ruh halini yaşıyormuş gibi gösterilmiş oluyor, teşkilata güven sarsılıyor, gözden düşürülüyor çünkü.

Eğer açık sözlü, yürekli, yüksek bir insanlık onuru taşıdığını düşündüğümAhmet Altan bu sözleri, doğruluğuna inanıp da yazdı ise ciddi bir yanlış yapmıştır, yok eğer inanmadan yazdı ise o zaman zaten söyleyecek bir şey yoktur, “Altan Başbakanla aklını bozmuş, ne dediğini, nereye saldırdığını bilmiyor yazık”demekten başka.

Ben doğrusu Sayın Altan’dan bu yazısına hiç olmazsa, hani geçenlerde TV’lerde defalarca gösterilen (galiba bir hastanede) kalabalık bir genç topluluğun iki polisi fena halde dövmesi, yerlerde sürükleyip tekmelemesi ve de daha sonra çıkarıldıkları adliyede tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılması olayını da eklemesini beklerdim.

…Ben öyle çok “kafadan devletçi” bir adam filan değilim ama burada, tekmelenen o polislerin kişisel hak-hukuklarının çiğnenmesinin ötesinde, temsil ettikleri devletin haysiyetinin zedelendiğini, devlet olma hükmünün aşağılandığını düşünüyorum. Şayet o polisler görevleri icabı değil de kişisel bir kavgaya tutuşmuş olsalardı benim için hiçbir sorun olmayacaktı;“kavga etmişler dayak yemişler; etmeselerdi, yemeselerdi” der geçer giderdim. Ama buradaki durum başka, kavga devleti temsilen, onun adına hukuku korumak, can ve mal güvenliğini tesis etmek üzere görev yapan memurlarla bir takım insanlar arasında geçiyor.

İlle de “devletin yanında vatandaşın karşısında” yer almak diye bir kaygım yok. Hatta söz konusu olduğunda vatandaşı, yani devletin yanında insanı öncelerim ben. Vatandaş, eğer kendisine görev tanımı dışına çıkılarak muamele ediliyorsa ki bu polis, asker ya da bir başka güç olabilir,kendini savunmalı elbette. Buna biz de yardım etmeliyiz. Ama o gençlerin yaptığını bu babda, nefsi müdafaa denebilecek bir çerçevede değerlendirmek mümkün değildir. Bu olaya, eğer polis görevini hukuk kuralları içinde yapıyorsa tabii,“devletin tekmelenmesi” olarak da bakılabilir.Doğrusu TV’de o manzarayı seyrederken polislerin, dolayısıyla devletin düştüğü duruma çok üzüldüm. Ben üzüldüm ama Sayın Altan üzülmedi ya da ne diyelim, böyle bir sahne herhalde dikkatini çekmedi!

Olayın sonraki safhasında, polis tekmeleyen bu gençlerin adliyece salıverilmesi de ayrı bir garabet ve üzerinde düşünülmesi gereken bir fenomen. Sormak lazım yerlerde sürüklenenler polis değil de savcı-hâkim olsaydı bu gençler yine böyle hiçbir şey olmamış gibi hemen salıverilir, adliyeden ellerini kollarını sallayarak çıkabilirler miydi?

Peki, bu kararı veren savcılara hâkimlere bir şey oluyor mu? Hayır... Yani dostlar kanımca ülkemizde dokunanlar, dokunulanlar, dokunamayanlar, dokunulamayanlar kategorileri epeyce değişmiş durumda. Bir çalkantı içindeyiz. Bir an önce durulmamız, normal demokratik düzene girmemiz gerekiyor.


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Prof. Dr. Şaban Şimşek Arşivi