Sabredin Ashabım
Bir davanın başarılı olması için önce ona içtenlikle inanan ve onun için çabalayan bir insanının, bir cemaatinin olması gerekir demiş ve eklemiştik; o insanlar da elbette sadıklık sınavından geçirilecektir.
Bu olmadan zafer gerçekleşmez. Bu olmadan hareket edenler, hikmetsiz hareket etmişlerdir ve hayırlı netice alamazlar.
Onun için ya geç kalırsak? diyenlere başlayamayan geç kalmaktan bahsedemez deriz.
Daha ne zamana kadar? diye sorana da, yeterli insana ulaşıncaya kadar deriz.
Daha önce harekete geçen fıkıh bilmez, hadiseleri anlamaz, hikmeti kavramazlara, temkin metodunu ilke edinmiş ehl-i sünnet mensupları olarak sadece dua eder, ama bile bile Müslümanları kırdıracak, hazırlıkları ve umutları yok edecek, davayı bitirip tüketecek maceralarına katılmayız. Varsın onlar cahilliklerini bizlere korkak diyerek kapatmaya çalışsınlar, önemli değil. Allah Teâlânın her şeyi gördüğünü, bildiğini bilmemiz, bu bilgiyle kalbimizin mutmain olması bize yeter.
Ümm-ü Enmâr'ın azatlı kölesi olan Habbabtan bir misal vermiştik geçen yazımızda. Şimdi konuyla ilgili olarak yaşadıklarını bir kez daha görmenin tam sırasıdır.
Bilindiği gibi o demirci idi, kılıç yapardı. Öteden beri, Resûlullah (sav) ile görüşüp, konuşurdu. Ümm-ü Enmar, bunu haber alınca, kızdı. Habbab'ı bağlattı, ateşte kızdırttığı demirle başını dağlattı. Habbab, Resûlullah (sav)'e gelip Ümm-ü Enmar'dan ve başının ızdırâbından yakındı. Peygamberimiz: "Allah'ım! Habbab'a yardım et!" diye duâ etti. Ümmü Enmar, başından bir hastalığa yakalandı. Izdrrabından dolayı köpeklerle beraber inlerdi. Kendisine, başını ateşle dağlatması tavsiye edildi. Habbab da bir müddet, onun başını dağladı.
İslam'a girdiğinde Habbab'a en çok işkence yapan, Utbe b. Ebi Vakkas idi. Ayrıca, es-Sebt el-Esved b. Abd-i Yağus olduğu söylenir. Buhâri, Muhammed b. Ömer el-Eslemî ve Beyhakî'nin Habbab bin el-Eret'ten rivayet ettiği hadisi naklediyoruz: Habbab anlatıyor:
Peygamber Efendimiz (sav), Kabe'nin gölgesinde kaftanını yastık yaparak, ona yaslanıp dinleniyorken yanına geldim. Müşriklerden şiddetli bir işkence görmüştük. Ben:
- "Yâ Resûlallah, çektiğimiz şu işkencelerden dolayı bizim için Allah'a dua etmeyecek misin?" dedim.
Bunun üzerine Peygamberimiz hemen doğrulup, oturdu. Benzi atmıiş, yüzü kızarmıştı, şöyle buyurdu;
- "Sizden önceki ümmetler arasında öyle kimseler vardı ki, demir tarakla bütün derileri ve etleri kemiklerinden ayrılırdı da bu işkence yine onu dininden döndüremezdi. Testere ile tepesinden ikiye bölünürdü de yine bu işkence onu dininden dondüremezdi. Allah elbette bu işi (İslâmiyet'i) tamamlayacak ve üstün kılacaktır. Hatta, hayvanına binip San'a'dan ta Hadramût'a kadar tek başına giden bir kimse Allah hariç hiç kimseden korkmayacaktır. Koyunları hakkında da kurt saldırısından başka bir korku duymayacaktır, "uyurdu.( Buhâri, 7/202 (3852).)
İşte şu ayetlerin, imanları sebebiyle çeşitli işkencelere maruz kalan bazı sahabiler hakkında nazil olduğu rivayet edilmiştir: İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece "biz de iman ettik" demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar? Andolsun ki, biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah, doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır. ( Ankebut 2-3.)
İman, her ne kadar kalpte gerçekleşen bir kesin inanç ise de, bunun bir de dil ile ifade etme ve azalar ile amel etme, inandığı gibi yaşama boyutu vardır. İnsan bu inanç ve amel boyutu ile bir kafirden çok açık bir şekilde seçilir, ayrışır ve belli olur.
Sırf dille söylenen bir söz değildir iman aslında. La ilahe illallah demek, birtakım yükümlülükleri üstlenmek demektir. İslam, özgü ağırlıkları bulunan bir emanettir. Sabretmeyi gerektiren bir cihattır. Katlanılması zorunlu olan bir çabadır. Bu yüzden, insanların "inandık" demeleri yeterli değildir. Sınavdan geçirilmeden, bu sınav esnasında kararlılıklarını ortaya koymadan, bu sınavdan cevherleri arınmış, kalpleri berraklaşmış olarak çıkmadan, sırf böyle bir iddiada bulunmakla bırakılmazlar. Tıpkı ateşin altını eriterek, saf altın madeni ile karışımında bulunan diğer değersiz madenleri ve cürufu birbirinden ayırması gibi.
İşte, bu iman uğruna sınavdan geçirilme olgusu, yüce Allah'ın kanununda değişmez bir esastır, her zaman geçerli olan bir ölçüdür. Eskiler de, yeniler de, daha sonra dünyaya gelecekler de aynı imtihandan muhakkak geçeceklerdir.
İmtihandan geçmeyenler için su-i zanna gerek yoktur ama kimse kusura bakmasın, yiğitliklerine de itibar yoktur. Sözümüzü inkar edenler bakara Suresinden Talut ve Calut kıssasını bir okusunlar.
Onun için denilmiştir:
Ayinasi (aynası) iştir kişinin, lafa bakılmaz
Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde.