Bütün Kıssalar Bizi Anlatır 3
Şimdi tam da burada bugünlerde en fazla gerek olan, ama en fazla da tenkit edilip kötülenen çok önemli bir konuya dokunmamız gerekiyor demiştik. Şimdi onu gündeme getirelim inşallah.
Evet, işte tam da burada dikkat edeceğimiz en önemli husus, bugünlerde ya inkar, ya da sulandırma ile kaybettiğimiz lidere itaat bilinci meselesidir. Bir ordunun veya bir cemaatin başarılı olması, her şeyden önce önderinin, liderinin, başkanının emirlerine uymaya bağlıdır.
Hiç kimse zamanımızdaki bazı kötü örneklere bakarak lidercilik, üstatcılık veya abicilik diyerek meşru itaat bilincini aşağılamasın. Kötü örneklere bakarak bütünü suçlamak, hakikate ihanettir.
Dinimizde istişare etmek sünnettir. Başkanlar, liderler, üstatlar bunu asla bırakmamalı ve herkesin fikrini özgürce söylemesini sağlamalıdırlar. Fikirler çok farklı olabilir. Ancak Başkan kararı aldıktan sonra itaatsizlik haramdır. Artık o kararda ihtilaf çıkarmaya kimsenin hakkı yoktur.
İtaatsizliğin tek yasal hali vardır, verilen emrin Allah Teâlânın emirlerine açıkça ters düşmesidir. Böyle bir emri vermeye hiçbir kimsenin ve makamın hakkı ve haddi yoktur. Verse de itaat olunmaz. Çünkü ilke açıktır: Halika isyan olan yerde mahluka itaat olunamaz.
Ayetlerden de anlaşıldığı gibi savaşta veya başka mücadelelerde galip gelmek sayıya bağlı değildir. Haklı olmaya, hakka sarılmaya, birlik ve beraberlik içinde sabırla hareket etmeye bağlıdır. Bir başka ifadeyle zafer için iman, çaba ve sabır şarttır.
İyi ama hiç savaş olmasa olmaz mıydı?
Neden olmasındı? Olurdu elbette. Allah dileseydi herkesi Müslüman eder, barış içinde yaşatırdı ama öyle dilemedi. İnsana değer verdi. Ona İslamı sunduktan sonra, akıl ve iradesiyle onu özgür bıraktı. Kendisine değer veren Yüce Yaratıcısına insanın dahi değer vererek itaat etmesi gerekmez mi? İnsanın imtihanı da işte budur.
Ne yazık ki bazıları kıymetlerini bilmediler ve Yüce Yaratıcısına isyan ettiler. Bu yüzden Hak Ehli ve Batıl Ehli diye iki çeşit zümre arasında mücadele, biz istesek de istemesek de her zaman vardır, var olmaya da devam edecektir. Biri yapmaya çalışırken, diğeri yıkmaya çalışacaktır. Hak ehli da batıl ehli de tek bir millettir.
Mümine emredilen Allah yolunda insanlığın refahı, kurtuluşu ve saadeti için çalışmaktır. Bu da ancak fesat ve zulmün kaynağı olan küfrün ve şirkin ortadan kaldırılması ve İslamın dünyaya hakim kılınması ile olacaktır.
Netice itibariyle bu kıssa tarihte bir zaman olmuş ve bitmiş bir hikayeyi anlatmıyor. Tıpkı Kuran-ı Kerîmde geçen diğerler kıssalar gibi, bizi, bizim maceramızı ve imtihanımızı anlatıyor. Böyle olunca da bizi ilgilendirdiği için onları daha bir dikkatli okumamız gerekiyor.
Kuran-ı Kerîmi okurken bunu hiç unutmamalıyız. Yani Kuran-ı Kerîmi, kendimize indirilmiş gibi kendimiz için okumalıyız. Hem de Allah Teâlânın huzurunda olduğumuzun, Onun bizi görüp duyduğunun şuurunda olarak. Bu ise onu anlamayı gerektirir.
Kuran-ı Kerimi anlamak için Arapça bilmek gerekir. Bu yüzden imkanı olanlar Arapçayı öğrenmelidirler. İmkanı olmayanlar ise kendi dillerinde yazılmış meal ve Tefsirler ile onu anlamaya çalışmalıdırlar.
Bu seviyede olmayanların oturup eksiklerini giderme ve buna vesile olan alimlere minnet ve teşekkür etme yerine, onları karalayıp, üstelik haddini de bilmeyerek şeyhülislam kesilip fetva vermeye kalkışmalarına bilmem ki ne demeli? Malum, cahil cesur olurmuş.
Zamanımızın bir sorunu da maalesef haddini bilmemek, bilgisiz belgesiz fetva verip ahkam kesmek ve koca kova alimleri cüce boyuna bakmadan tenkit etmektir. Oysa eskiler ne güzel demişler:
Kişi noksanını bilmek gibi irfan olmaz.