Evet, Öğretmen İmama Yenildi
Bir önceki yazımız şöyle bitmişti: “Şimdi Türkiye Şerif Mardin’in can alıcı bir tespitini tartışıyor: “öğretmen imama yenildi.” Bu, “batı medeniyeti İslam medeniyetine yenildi” demektir. “Türkiye’deki batıcı, laik, jakoben, halkı dışlayan sistem, milli kültür ve halk karşısında yenildi” demektir.”
Tespit doğru; evet, bu anlamda öğretmen imama yenildi
Şerif Mardin’in günlerce kamuoyunda tartışılan sözlerine biraz daha yakından bakalım mı? Şöyle diyor:
“Burada Cumhuriyetin küçük bir eksiği var, ama aslında büyük bir eksik. Cumhuriyette ‘iyi, doğru ve güzel’ hakkında çok derine giden bir düşünce yok. Bizim Cumhuriyet öğretimizde iyi, doğru ve güzeli derinliğine araştırma yok. Fakat şunu unutmamak lazım; öğretmenin dünya görüşünde iyi, doğru ve güzel olmayınca orada olmayan diğer elemanlar devreye giriyor. Mahallenin kendisine baktığınız zaman iyi, doğru ve güzel hakkında bir düşünce var. Nedir o? İslami düşünce tarzı...
Biz Türkiye’yi çok iyi tanımıyoruz. En önemli saydığım ‘iyi, doğru ve güzel’ hakkında Kemalizmin bir zaafı var. Batı’da laiklerin tartıştıkları ve binlerce sayfalık tartışma yaptıkları ‘iyi, doğru ve güzel’ anlatısı hakkında bugün Türkiye’de liseden mezun olanların bilgisi sıfır seviyesindedir. Kemalizmin zaafının bu olduğunu anlamak lazım. İslam’ın zayıf ve boş bir alanı doldurduğunu görüyoruz. Uzun süre Kemalizm çalıştığınız zaman kuru bir yanı olduğunu anlıyorsunuz." (24 Mayıs 2008 tarihli Hürriyet’te, Prof. Şerif Mardin’in konuşması.)
Bizim mağrur sosyologlarımızdan Emre Kongar biraz alınmış gibi bu sözlerden. Kendince bir yorum getiriyor Cumhuriyet Gazetesinde yazdığı “Şerif Mardin Ne Dedi?” yazısında. Sözlerinin can alıcı noktası şurada: “
“Bilindiği gibi, toplumsallaştırma veya sosyalizasyon denilen süreç, bireye toplumsal değer ve kuralların aktarılması, kısaca, “iyi, doğru ve güzelin öğretilmesi” olarak tanımlanır.
Bireyi toplumla bütünleştiren toplumsallaştırma sürecinin kurumları en temel olarak aile ve okuldur. Bunlara ilave olarak, arkadaş grupları, medya ve işyeri de toplumsallaştırmaya, yani toplumun değer ve kurallarının bireye aktarılmasına yardımcı olur.
Mardin bu kurumların, yeni bir toplum, yeni bir özgür birey yaratmakta, İslamî değerlere dayalı eski toplum ve İslamî cemaat üyesi birey karşısında yenilgiye uğradığını söylüyor.
Daha somut olarak, Cumhuriyet döneminde eğitimin başarısız olduğunu belirtiyor.
Nitekim “öğretmene” gönderme yapması da bu yüzden.
Ayrıca Mardin, “Cumhuriyette ‘iyi, doğru ve güzel’ hakkında çok derine giden bir düşünce yok” sözleriyle, Cumhuriyetin dayandığı tüm bir Aydınlanmacı pozitivist felsefenin temellerini yok sayıyor.
çünkü, Cumhuriyet kendi öğretisini aktarmakta başarısız oldu demekle yetinmiyor, “çok derine giden bir düşünce yoktu” diye ekliyor.
İşte sözlerinin sosyolojik anlamları bunlar.
Haklı olup olmadığına ya da bugünkü Türkiye’nin görünümünden kimlerin, neden sorumlu olduğuna siz karar verin.” (http://www.haber7.com/artikel.php?artikel_id=143002)
Biz bu tespitlerdeki alınganlığın sebebini iyi biliyoruz. Bize göre bugünkü Türkiye’nin düne göre olumlu görünümünde bir katkımız olduysa bundan mutluluk duyuyoruz.
Kaldı ki olağan bir görünümle karşı karşıyayız. Bundan daha tabii ne olabilir? Su, tabiî mecrasında akar. Bu zamana kadar baskı ve şiddet bu galibiyeti gölgeliyordu. Demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü hâkim oldukça bu galibiyet pekişecek ve perçinleşecektir.
Bu ülkede “Cumhuriyetçiler”, “Kemalistler” ve “Ulusalcılar”ın tam demokrasiye, insan haklarına ve özgürlüklere, herkesin anladığı manada din ve vicdan özgürlüğü teminatı olan şekliyle laikliğe, özgür eğitime, bütün bunları teminde bir adım saydıkları Avrupa Birliğine karşı oluşlarının altında yatan sebepler de bunlar değil midir? Devlet yönetimine dışarıdan müdahale sayılan darbeler ve devrimler sadece zaman kaybına sebep olan zulümlerdir. Halk iradesine karşı savaşanlar, elbette eninde sonunda mağlup olmaya mahkûmdurlar.
Zamanında bazıları şöyle bir teklif getirmişlerdi: “Köylere ayrıca imam atamaya gerek yok. öğretmenleri biraz daha eğitelim, namazı da onlar kıldırsın.”
Bu teklifi yapanlar iyi niyetli idiler ama Kemalist Devrimi hiç anlamamışlardı. Dinlenmediler tabi.
Aslında o teklif hala ortada duruyor. Artık sistem, sistemi yürüten insanlar, batı medeniyetindeki tecrübelerden, yani cumhuriyet, demokrasi, serbest seçimler, insan hakları, hukukun üstünlüğü ilkelerini korumakla beraber, halkı ile barışmalı, kendi dinine, kültürüne ve medeniyetine dönmelidir. Artık kendilerini, insanlarını ve ülkesini daha fazla yıpratmamalıdır.
Açık seçik söylüyoruz; sistem kendine güvenmeli ve kendi halkından korkmamalıdır.
çünkü bizim insanımız, özellikle Müslümanlarımız, batının bugünkü cumhuriyet, demokrasi, serbest seçim, halk egemenliği, hukukun üstünlüğü gibi kavramlarına yabancı değildir. Bunun benzerinin âlâsının asr-ı saadette yaşandığını çok iyi bilir. Bundan sapan ve Emevî’lerden Osmanlı’ya kadar süre gelen saltanat rejiminin dine ters düşen bir uygulama olduğunu çok iyi bilir. Kimsenin Cumhuriyetle bir sorunu yoktur. Ama bozuk sistem, kendini düzelteceği yerde, kötü gidişi tenkidin adını “Cumhuriyet Karşıtlığı”na çıkararak, halkına gözdağı vermek ve ilkel varlığını sürdürmek istiyor.
Artık sistemin halkının irfanına güvenme ve öğretmenle imamı barıştırma ve birleştirme zamanı çoktan gelmiştir.