Prof. Dr. Namık Açıkgöz

Prof. Dr. Namık Açıkgöz

Yök Kanunu değişirken

Yök Kanunu değişirken

YÖK başkanlığına Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan’ın atanmasından itibaren, üniversiteler, yavaş yavaş 28 Şubat diktasından kurtulmaya başlamıştı. 4 senede, üniversiteler kırılıp dökülmeden tatlı bir viraj alarak asıl görevlerine döndüler…

Neydi o 28 Şubat sürecinde üniversitelerin hâli?...

Bir yandan YÖK, bir yandan Üniversiteler Arası Kurul, bir yandan da balyozcuların, Ergenekoncuların gözüne girmeye çalışan rektörler, sabah akşam açıklama ve gösteri yaparlar; her salataya maydanoz olurlar; akıllarınca “muhalefet boşluğu”nu doldururlardı.

Şimdi o darbe şarlatanları rektörler devri geçti. Üniversiteler nispeten aslî görevlerine döndüler. Yeni tesis edilmeye çalışılan üniversite zihniyetinde eleştirilecek yönler varsa da, genel durumun sükûnet çizgisinde olduğu görülüyor.

Yusuf Ziya Özcan döneminde alınan mesafe elbette yetmez. Üniversiteler artık zikzaklı, dolambaçlı yolları aşmış, düz bir yola girmiştir. Bu durumda üniversitelerin yürümesi değil, koşması gerekir… Gerekir de, mevcut 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu ile bu mümkün değildir.

Üniversiteler artık 2547 sayılı kanuna sığmıyor. 30 yılda eskidi 2547 sayılı kanun. (Laf aramızda, bu kanun 6 Kasım 1982 günü çıktığında eskimişti zaten.) 30 yıl orasını burasını düzelterek, orasına burasına eklemeler yaparak, kör-topal bu kanunla idare edildi üniversiteler.

2547 sayılı kanun çıktığında, dünya soğuk savaş dönemini yaşıyordu; internet yoktu; her devlet kendi içine kapanmayı ideolojik zeminlere oturtarak meşrulaştırmıştı. En önemlisi, Türkiye’de sadece devlet üniversitesi vardı ve sayıları da 10-15 falandı. Şimdi her ilde en az bir devlet üniversitesi var ve pek çok vakıf üniversitesi kuruldu.

Geçen yüzyılın değerler sistemine göre yazılan kanunla, 21. yüzyıl üniversiteleri yönetilemez. Dünya değişmiştir… Yeni dünyaya yeni üniversite zihniyeti gerekir.

Bugün üniversitelerin 3 temel sorunu vardır. İlki yönetim, ikincisi de “bilgi üretme”,üçüncüsü de “ideolojik eğitim” sorunudur.

Yekten söyleyelim, 1992 Temmuz ayından beri uygulanmakta olan göstermelik rektörlük seçimleri, birkaç üniversite dışında, önce demokrasi zihniyetini ve buna bağlı olarak bütün üniversiteleri dejenere etmiştir.

2547 sayılı kanun, YÖK merkezli bir sistem kurmuşsa da, rektörlere verdiği yetki, saltanata dönüşmüştür. (Bu yüzden, vaktiyle yazdığım bir yazımda, rektörler için “yasaltanat” tabirini uydurmuştum.) Bütün akademik personelin özlük hakları, rektörlerin iki dudağı arasında olunca, 12 Eylül faşizmi, teknik olarak devam ediyor demektir. 12 Eylül faşizmi bitti ama bu kanun geçerli oldukça, üniversitelerde faşizan sistem devam edecek demektir.

1992’de güya üniversitelerin yönetim sistemi değişsin diye, rektörler göstermelik seçimle iş başına gelmeye başladı… Seçim, ama ne seçim!... Aday belirleme sistemi, gerçek seçimmiş de, öğretim üyelerinin verdiği oylara göre atama yapılacakmış gibi bir havaya girildi ve hâlâ o hava devam ediyor.

Şimdi de, üniversitelerde seçim kavgaları var… Bu kavgalarda, arkadaş arkadaşla, öğrenci hocasıyla kavga eder hâle geldi… Bir zamanlar can-ciğer kuzu sarması olan arkadaşlar, rektörlükte farklı isimleri tercih ettikleri için, kanlı-bıçaklı hâle geliyorlar. Bu da, eğitim-öğretime ve bilimsel üretime menfi olarak yansıyor. Rektörler etrafında oluşan halkalar, “öteki”lere, olanca gücüyle yükleniyor… Alın size “profesyonel taciz” dediğimiz “mobbing”!... Su bulanmıştır artık… Bazılarına dostluk, bazılarına düşmanlık para eder hâle geliyor. Yani mevkiler makamlar, liyakate göre değil, dostluğa göre (Bu, rektöre oy vermek demektir.) verilir hâl geliyor. O makamlara gelenler de, rakiplere, rektör merkezli bir yıldırma-bezdirme politikası uygulamaya başlıyor…

Böyle gecenin hayr umulur mu sabahından?...

Rektörlük seçimleri deseniz, ayrı bir şenlik…

Adı “seçim” ya… Adı “seçim” olduğu için demokratiktir zannediyorsunuz… Yalan!...

Durum çok basit: Her rektör, ihtiyaca ve liyakate göre öğretim üyesi ataması yapmaz… (“Öğretim üyesi” diyorum; yani Yardımcı Doçent, Doçent, Profesör… Çünkü seçimlerde bunlar oy kullanacaklar.) Zaten rektörlerin yaptığı atamalar da, öğretim üyesi ataması değil, “seçmen ataması”dır. Atanmış seçmenlerle gerçekleştirilen seçimlerin, demokrasi ile uzaktan yakından alakası yoktur. Bu demokrasi değil, bir “nitelikli aldatma”dır.

Yeni sistemde, rektörler atamayla gelmeli ve atananlara bu kadar yetki verilmemelidir. Rektörler sadece gerekli kurulları toplama ve yazışmaları sağlama ile mükellef olmalıdırlar. Atama yetkisi, sistemi standardize edilerek seçilmiş kurullara verilmelidir.

Ankara’da konuşulan “Mütevelli Heyeti” çözümü hayata geçirilirse, bu üniversitelerin intiharı demektir. Şayet üniversiteler Mütevelli Heyetlere terk edilirse, yandı gülüm keten helva!… Ondan sonra, gelsin oda başkanları, gelsin eşraf, gelsin siyasetçiler… Ondan sonra ayıkla pirincin taşını!...

Üniversitelerin “bilim üretme” meselesi için, hiç de iç açıcı teklifte bulunamıyorum. Mevcut üniversitelerin çoğunu kapatıp, her şeyi yeniden tanzim etmedikçe, üniversitelerin “bilgi üretme” sorunu çözülemez. Kitapların çoğu dededen kalma küf kokan bilgilerin aktarıldığı metinler; makaleler desen, derleme ve envanter cetveli; tebliğlerin büyük kısmı “sempozyum çerçisi” metinleri… Neresini söyleyeyim a dostlar!... Üniversitelerde bilimsel zihniyet devrimi olmadıkça, pek çok sözde bilim adamı kapı önüne konmadıkça, bu iş düzelmez.

Üniversitelerin bir başka sorunu da ideolojik eğitim-öğretimdir. Bereket bu konuda ışık göründü ve 12 Eylül dayatması olan Atatürk İlke ve İnkılâpları dersinin kaldırılması söz konusu. Bu dersleri kaldırmak yetmez… Yeni kanunda, Amaç ve İlkeler diye bir başlık atılacaksa, buraya, öğrenciyi dünyadan koparıp yerelleştiren zihniyete yer vermemek gerekir. Mevcut kanunda, öyle cümleler var ki, öğrencileri tamamen partizan cumhuriyet ideolojisine göre şekillendirmemiz şart. Neymiş, öğrenciyi Atatürk ilke ve inkılâplarını benimseyen, Türkiye Cumhuriyetine bağlı, örf ve adetlerimize bağlı gençler olarak yetiştirmemiz lazımmış. (Daha uzun da, ben kısalttım…) Elin Fransız’ının, İngiliz’inin, Nijeryalı’nın, Senegalli’nin benim örf ve âdetlerimle ne işi olur Allah aşkına!...

Hanımlar, beyler!...

Üniversiteler birer “evren kenti”dir; lokal kurumlar değildir. Burada tahsil görüp mezun olanlar, bütün dünyaya açılırlar. Ayrıca, üniversitelere dünyanın dört bir tarafında öğrenciler gelir. Biz başka ülkelerden gelen öğrencileri lendi devlet ideolojimize göre şekillendiremeyiz. (“Konyalı’yı Atatürkçü yaptık, Kenyalı’yı naapıciiiz” sözümüzü hatırlatalım.)

Hâsılı YÖK Başkanı Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya’nın işi zor!... Allah kendisine kolaylık versin!... Yeni kanunla ilgili olarak bu üniversitelerden bir şey çıkmaz çünkü…



Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum
Prof. Dr. Namık Açıkgöz Arşivi