PKKyı bitirmenin ikinci aşaması
Her gün onlarca insan ölüyor bu mücadelede. Kimine şehit diyoruz kimine de ceset. Ama ne dersek diyelim canlar gidiyor ve memleket giderek kan kaybediyor. Doğrusu ölüm böylesine kol gezerken başka bir şey yazmak da gelmiyor içimden. Yani hasta ölüm döşeğinde iken, bir doktor olarak ben başka bir konuda konuşacağım, mesela ameliyat yerine vitaminlerden, çamlık yerde, temiz havada dolaşmaktan filan söz edeceğim!?.. Doğrusu vicdanım el vermiyor böyle bir şeye, ahlaki bulmuyorum bunu. Akılcı da değil bana göre. Şehitler, cenazeler, yaralılar bu sayılara varmışken, mesele bu boyutlara ulaşmışken, konuyla ilgili sıkıntılar kâbus gibi memleketin üstüne çökmüşken “oyun oynaş” gibi geliyor bana diğer bütün meseleler. Bu sebeple, izninizle, bu haftaki makalemi de yine bu PKK konusuna ayırıyorum.
Şöyle bir defa daha kabaca bakalım duruma…
Hükümet ne yaptı:
- “Açılım” denilen şeyi yaptı. Sıralamaya gerek yok, herkesin bildiği şeyler bunlar. Aslında meselenin geçmişine baktığımızda hiç de küçümsenmeyecek adımlar ama ne yapıldıysa PKK ve ilintileri tatmin olmadı. Bırakalım tatmin olmayı bir tek memnuniyet cümlesi dahi beylerden.
- Çok geçmedi, zaten üzerinde yeterince düşünülmeden yürürlüğe konduğu birkaç günde anlaşılan bu açılım işi Habur’daki o şok görüntülerle, resmi olmasa da fiilen sona erdi. En azından, büyük ölçüde ivme kaybetti.
- Bu arada, mesele, ilk elden ve hem de en uçtaki insanlarla görüşüldü. “Oslo” merkez üssü oldu bu müzakerelerde. Ama bu da sonuç vermedi, niyet başka idi çünkü.
- PKK saldırılarına devam etti. Belli ki masada elini güçlü kılmak istiyordu. Hükümet, tabir-i caizse, bunu yemedi. “Önce silahlar sussun, silah bırakın” dedi. Bu kabul görmeyince de görüşmeler bitti ve askeriyle polisiyle PKK’ya karşı büyük bir temizlik hareketine girişildi.
- Birlikler takviye edildi. Yeni timler oluşturuldu. Ve bunun sonucu olarak son dört ayda 500 civarında PKK’lı etkisiz hale getirildi.
- Bu arada bir süredir ara verilen KCK operasyonları da hızlandırıldı.
- Basına (resmen olmasa da üstü kapalı) sansür kondu. PKK’nın psikolojik propagandasına alet olunması önlenmeye çalışıldı.
- Bu ateş içinde, bir süre önce başlatılan yeni anayasa çalışmaları ise maalesef gündemden düştü.
PKK ne yaptı:
- Açılımın başlamasıyla kendini daha güçlü hissetti. “O da yetmez bu da yetmez” dedi, işi çıkmaza soktu.
- “İmralı” bir şekilde serbest kalmazsa (ilk elde gözetimli ama elbette ki sonrasında gözetimsiz ve hatta belki siyasetin içinde, sivil lider!) “hiçbir anlaşma olmaz, akan kan durmaz” dedi.
- Bu arada iç bütünlüğünde şüpheler yarattı. Belki öyle değildi ama bunu kullandı. Bir taraftan müzakere derken diğer taraftan alçakça vurdu. İşine gelmeyenleri de “ben yapmadım, içimizdeki laf anlamayanlar yaptı” dedi.
- Hükümet görüşmeleri kesince de saldırılarını arttırdı.
- Suriye’de, Kuzey Irak’ta oluşan jeopolitiği kullanmaya kalktı. Buradaki gelişmelere paralel olarak Doğu ve Güneydoğuda “Halk Kalkışması” denedi. Ama önce Şemdinli’de sonra da Beytüşşebap ta başarısız oldu.
- Bu başarısızlık, yani adına savaştıklarını ileri sürdükleri Kürt halkını yanına alamamak onlar için büyük şok oldu.
- Çıldırdılar ve şiddeti iyice tırmandırmaya başladılar. Hala güçlü olduklarını göstermeleri de gerekiyordu çünkü. Bununla; yanlarında yer almayan, devletine başkaldırmayan Kürt halkına kendilerince gözdağı verdiler. Aynı zamanda Hükümeti de zor durumda bırakarak tekrar masaya çekmeye çalıştılar.
- Aynı amaçla, değişik yöntemler kullanarak (roketatarlı saldırılar, hiç olmayacak yerlerde mesela düz ovada baskınlar gibi) Türk milletini de usandırmayı, yıldırmayı, sindirmeyi ve hükümete baskı yapmaya zorlamayı denediler.
- Yaklaşan (yerel) seçimler dolayısıyla bütün bunların uygun bir zamanlama olduğunu da düşündüler. Aceleleri var çünkü. Bir tarafta güvenlik güçlerinden fena halde darbe yiyorlar diğer taraftan ise seçim yaklaşıyor ve halkı yanlarına çekemiyorlar... Onlar için çok zor bir durum. Yani şimdiye kadar, sanki PKK’dan bağımsız bir partiymiş gibi milletten oy alan BDP’nin artık PKK’dan ayrı olmadığının anlaşılmasıyla, geçmişte aldıkları oyları da alamayacağını görüyorlar ve bunun endişesini taşıyorlar.
Ne yapılmalı?
Daha önce de yazdığım gibi mutlaka anayasa değişikliği yapılmalı. Bunu yaparken katkı yapmak, ortak olmak isteyen herkesin, her kesimin fikri alınmalı ama asla PKK ile ya da ilintileriyle müzakere etmek veya daha açık bir deyişle pazarlık yapmak söz konusu olmamalıdır. En çok destek göreceklerine, kalkışması oluşturacaklarına inandıkları yerlerde bile milletten yüz bulamayan bu zibidileri devletle eşit konumdaymış gibi muhatap almaya hiç gerek yok. Bunun hiçbir bir yararı olmaz, zarardan başka.
Ellerinde kuvvetli silahlar da olabilir ama gerçekte eli zayıf PKK ve sivil avanesinin. Evet, o silahlarla belki pek çok eylem yaptılar ama halkı yanlarına çekemediler. Bir halk ayaklanması, bir kalkışma oluşturamadılar. Bunu yaşayarak gördüler. Aslında onları, kelimenin tam anlamıyla bitiren bu denemeler oldu. Siz bakmayın bugünlerdeki kudurmuşluklarına. Bunlar sadece “yıkılmadım ayaktayım” mesajı vermekten başka bir şey değil.
Eğer bu durum gelecek yıl yapılacak yerel seçimlerde de kendini gösterirse, yani Kürt halkının desteğini alamazlarsa, sivil kanadı olan BDP ile birlikte PKK’nın da bittiklerinin resmi olacak bu. Bu korkuyu iliklerine kadar yaşadıklarını düşünüyorum. Bu sebeple de bir yandan şiddeti arttırırken diğer yandan Selahattin Demirtaş Başbakana zeytin dalı uzatıyor, Cumhurbaşkanından randevu istiyor.
Ama bu tür git-gel’leri çok yaşadık biz. Şahsen benim hiç güvenim yok artık bu insanlara ve aracılarına. Bu durumda ne yapalım derseniz, ben “kendi işimize bakalım, üzerimize düşeni yapalım” derim.
Yapacağım şey, yani kendi işimiz şunlar olmalı:
1. Öncelikle, neye mal olursa olsun, aşağıda bahsedeceğim anayasa ve yasa değişikliklerini yapmak,
2. Arkasından, yine neye mal olursa olsun hala silahını bırakmayan ve vurmaya devam eden silahlı unsurları yok etmek, ilintilerini etkisiz kılmak,
3. Ve belki de yapılacak bu yasa değişikliklerinden sonra en önemlisi; gelecek yılkı yerel seçimlerde Kürt halkının desteğini kazanmak, böylece bu ayrılıkçı hareketi tabansız kılmak.
İşte buradaki ilk madde, PKK’yı bitirme yolundaki “Birinci Aşama”dır ve hatırlanacağı gibi bunu geçen haftalarda etraflıca işlemiştik. İkinci madde, eli silahlı olan her kim ya da grup olursa olsun ben devletin diyen organizasyon tarafından yapılması gerekendir. Üçüncü madde ise makale başlığında belirttiğimiz “İkinci Aşama”dır ki asıl hareketi bitirecek olandır.
Bütün bunlar birinci ağızdan net bir şekilde beyan edilmeli ve çok kararlı bir şekilde, Cumhurbaşkanıyla, Başbakanıyla, Meclis Başkanıyla, Meclisle, diğer etkin unsurlarıyla uygulamaya konulmalıdır.
İnanıyorum ki (vatanın birliği ve milletin bütünlüğü göz ardı edilmeden tabii) hak-özgürlükler-eşitlik-adalet ve sosyal kalkınmışlığı hedefleyen, bunları garanti altına alan bir anayasa ve buna paralel olarak hazırlanacak yerel yönetimler yasası ve partiler kanunu ile PKK ve siyasi temsilcilerinin bastıkları halı ayaklarının altından çekilmiş olacak, ve böylece, bağımsızlık isteyen ayrılıkçı marjinal bir kesim hariç mutat Kürt insanı , PKK’nın silahlı baskısından kurtulmanın da verdiği özgürlükle, PKK ve ilintilerinin getireceği ne idüğü belirsiz bir yönetimle karanlığa doğru sürüklenmek yerine, kendi kadim devletinin yanında, emin adımlarla geleceğe doğru yol almayı tercih edecektir. Bu durumda devlet devletliğini yapmış, gerçek asil Kürt halkı da ona tabi olduğunu ortaya koymuş, ölmeyi, öldürmeyi değil; yaşamayı-yaşatmayı, yani insanlığı seçmiş olacaktır.
Kabul etmek gerekiyor ki bütün bunlar tam anlamıyla yapılamadı şimdiye kadar. Belli, sağlam, ayakları yere basan bir siyasi proje, bahsettiğim bütünlük ve kararlılık içerisinde sergilenemedi. Böyle bir yol haritasına hem Hükümetin hem de milletin ihtiyacı var. Her gün 3-5 askerimizi şehit verdiğimiz, onun birkaç misli PKK’lının da hayatını kaybettiği bir süreçte Hükümet iktidarını, her şey yolundaymış gibi uzun süre sürdüremez. Bu sağlıklı bir siyasi hayat değil çünkü. Dahası ülke genelinde insanlara ümit veremez ve öldürülen bunca PKK’lının da canı yanan annesi-babası-yakınları olduğu düşünüldüğünde, menfi yönde değişecek siyasi tercihleriyle, bahsettiğimiz PKK’yı siyasi anlamda tabansız bırakma olayı da gerçekleşemez.
Ezcümle, yeni Oslo’ların bize zaman kaybettirmekten başka kazandıracağı bir şey yoktur. Eğer barışı arıyorsak bunu, Oslo’lardaki masalarda değil, TBMM Anayasa Değişikliği Komisyonu’nun masalarında ve önümüzdeki yıl halkın önüne konacak seçim sandıklarında aramalıyız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.