Tek işleri dışkı yedirmek ve dışkı atmak olanlar
Bazı “insan”ların olduğu gibi, bazı “hayvan”ların da, onları öne çıkaran ve hatta onlarla özdeşleşen “özellikleri” vardır...
Meselâ “lama”ların “tükürme” özelliği vardır, “balina”ların da “su püskürtme” özelliği gibi...
Hayvanları öne çıkaran “özellik”ler olur da, “insan”ları veya “kurum”ları öne çıkaran özellikler yok mudur?..
Elbette vardır.
Meselâ, bazı milletvekillerini öne çıkaran özellikleri “fırıldaklık”larıdır...
Bazı “başbakan”ları öne çıkaran özellikleri; “çalmayan ama çaldıran” birer “orkestra şefi” olmalarıdır.
Bazı “lider”ler vardır;
“Diktatörlük”leriyle, bazıları “zalim”likleriyle, bazıları da, “uçkur düşkünlükleri” ile anılırlar.
Tabiî; bazılarının öne çıkan özellikleri de Kemal Kılıçdaroğlu gibi sürekli “çark etmeleri” dir.
İLK DIŞKI HADİSESİ
Kemal Kılıçdaroğlu’nun başında bulunduğu CHP’nin, en çok öne çıkan özelliği de, “yasakçı, baskıcı ve dayatmacı” olması, buna muhalefet edenlere de “dışkı yedirecek” kadar “ceberrut” olmasıdır.
Bilmem, hatırlar mısınız;
Haftalık Aktüel dergisinin 8 Ağustos 1991 tarihli sayısında “CHP’nin Günah Dosyası” açılmış ve orada “köylülere dışkı yedirme” hadisesi şöyle anlatılmıştı:
“Köylülere dışkı yedirme işkencesine de ilk defa CHP iktidarında rastlandı.
1947’de DP’li kooperatif başkanının hükümetçe görevden alınmasına karşı çıkan Isparta’nın Senirkent Bucağı halkıyla jandarmalar arasında çatışmalar oldu.
Jandarmalar köylüleri dayaktan geçirerek, dışkı yedirme, işediği şapkayı başına geçirme, yere yatırıp üstüne binerek dolaştırma gibi işkenceler uyguladılar.”
DIŞKI’DAN KÜFÜR’E!
1947’de millete “dışkı yedirten” bir partinin, bugün “milletin değerleri”ne ve yine milletin seçtiği bir Başbakan’a “çamur” atması, “hakaret” etmesi ve hatta “küfür” savurması pek de beklenmeyecek bir olay değil...
Öyle ya;
Dün millete “dışkı” yediren bir parti, bugün de “çamur” atar, “hakaret” eder ve hatta “küfreder!”
Bay Kemal Kılıçdaroğlu da, bu “kültür”den, bu “gelenek”ten gelen bir CHP Genel Başkanı olarak, “genlerinin gereğini” yerine getirdi ve Başbakan Tayyip Erdoğan’a ağzına geleni söyledi.
Şu ifadelere lütfen dikkat;
“Namert!.. Hain!.. Yalancı!.. Satıcı!.. Cahil!.. Kolpacı!.. Firavun!.. Nemrut!..
İlahlık taslayan adam!
”
Ve daha nice hakaret!..
Söyleyin hele;
Bir “parti genel başkanı”nın ağzına bu ifadeler yakışıyor mu?..
Haa, derseniz ki;
“Geçmişte köylüye dışkı yediren bir partiye genel başkanlık yapan adamın ağzına her şey yakışır!”
Ben de derim ki;
Siz de haklısınız!..
Bay Kemal Kılıçdaroğlu; Başbakan’a “eleştiri” yöneltebilecek bir “bilgi birikimi”ne sahip olmadığı içindir ki; içine düştüğü “acizlik girdabı”ndan kurtulabilmek için “küfür” ve “hakaret”e başvuruyor.
Bana öyle geliyor ki;
Bay Kemal Kılıçdaroğlu ile özdeşleşen “çarketme” özelliği de, herhalde “birikimsiz” ve “aciz” olmasından kaynaklanıyor.
İKİ FARKLI TAVIR
Herhalde hatırlarsınız;
Türk keşif uçağının Suriye tarafından düşürüldüğü günlerde, Bay Kemal Kılıçdaroğlu başta olmak üzere, CHP’nin kurmayları diyorlardı ki;
“Uçağımızın düşürülmesi, bizim kabul edebileceğimiz bir olay değildir...
Bu saldırı sineye çekilemez, zamana yayılarak da unutturulamaz!..
Bu olay, affedilir bir olay değildir!..
Hükümet blöf yapmayı bırakıp, kamuoyunun beklentilerini karşılamalıdır!..
Suriye’nin saldırısı cevapsız bırakılmamalı...
Türkiye, şamar oğlanı değildir.
”
Anlaşılacağı üzere;
Bay Kemal Kılıçdaroğlu ve kurmayları o günlerde Suriye’ye “misilleme”de bulunulmasını ve hatta “savaş” ilân edilmesini istiyor, buna örnek olarak da 1974’teki “Kıbrıs Barış Harekâtı”nı gösteriyorlardı...
Öyle bir halet-i ruhiye içindeydiler ki; “Hadi” deseniz, silâhları ellerine alıp, “cephe”ye koşacaklardı!..
Açıkça söylemeseler de, “Türkiye’nin savaşa girmesini” istiyorlardı...
Ya bugün?..
Biliyorsunuz, önceki gün; Şanlıurfa’nın Akçakale ilçe merkezine Suriye tarafından atılan top mermisi; 3’ü çocuk 5 kişinin ölümüne yol açtı...
Olayda 3’ü polis, 13 kişi yaralandı...
Ve yine biliyorsunuz ki;
Olay sonrası Başbakanlık’tan yapılan yazılı açıklamada; “Bu menfur saldırıya, sınır bölgesindeki Silahlı Kuvvetlerimiz tarafından angajman kuralları doğrultusunda anında gereken karşılık verilmiş, radarla tespit edilen Suriye’deki noktalara top atışı yapılarak hedefler vurulmuştur” denildi.
Yani, “anında misilleme!
”
İşte bu olay karşısında “CHP’nin tavrı” ne oldu dersiniz?..
3 ay önce, “haydi savaşa” modunda olan CHP, bugün “sağduyu” çağrısı yapmaya başladı, iyi mi?..
Niye?..
Çünkü Hükümet, bu defa tam da “kamuoyunun beklentisi”ne uygun hareket etti ve “anında misilleme”de bulundu...
Bu da CHP’nin işine gelmedi...
Hükümet, eğer “anında misilleme” yapmasaydı, CHP, herhalde yine ortalığı toza dumana katardı...
Ama, Hükümet’in “kararlı” tutumunu görünce, hemen “tornistan” ettiler ve Suriye’yi de içine alan “tezkere” oylamasında; hem “hayır” oyu kullandılar, hem de Grup Başkanvekili Muharrem İnce’nin ağzından; yapılanın “kabadayılık” olduğunu iddia ettiler!..
İyi, hoş da;
CHP, bunun hangisi?..
Uçağımız düşürüldüğünde, “saldırının cevapsız bırakılmaması” gerektiğini söylemek mi CHP’yi tanımlıyor, yoksa “misilleme”de bulunulunca ve üstelik “tezkere” de çıkarılınca, bunun bir “savaş hazırlığı” olduğunu iddia etmek mi CHP’yi tanımlıyor?..
Evet, CHP hangisi?..
DEVLET DEĞİL, KATLİAM ŞEBEKESİ
Kaldı ki; AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik’in de, dün “tezkere oylaması”ndan önce yaptığı açıklamada ifade ettiği gibi, bu bir “savaş tezkeresi” değildir, CHP’nin tavrı da “vurdumduymazlık”tır...
Hükümetin amacı;
“Türkiye’nin egemenlik haklarını korumak”tan başka bir şey değildir.
Haa, şunu söyleyebilirler;
“Suriye, Türkiye’ye saldırdığını kabul etmiyor, üstelik özür de diliyor...
O halde tezkereye ne gerek var?”
Ömer Çelik de diyor ki;
“Suriye’de bir devlet, bir rejim yok. Suriye’de bir katliam şebekesi var.
Bu katliam şebekesinin sözcülerinin de hiçbir sözünü dikkate almak durumunda değiliz.”
Doğrusu da bu!..
Öyle ya;
Suriye, artık bir “devlet” olmaktan çıktı, başında “eli kanlı Esed”in bulunduğu bir “katliam şebekesi”ne dönüştü..
Bu şebeke, “özür” dilese ne olur, dilemese ne olur?..
İsmet İnönü’nün öne çıkan özelliği nasıl ki “millete dışkı yedirmek”tir, Kemal Kılıçdaroğlu’nun öne çıkan özelliği nasıl ki “çarkçıbaşı”lığıdır, Beşşar Esed’in öne çıkan özelliği de “halkını katleden bir zalim” olmaktır.
Onların sözüne güven olmaz!..
Ve ayrıca; nerede ne yapacakları ya da ne zaman ne diyecekleri de hiç belli olmaz!..
EBU CEHİL’LER DE ÇEMKİRDİ
Herhalde dikkat etmişsinizdir;
Yazının başından beri, “kişilerin öne çıkan özellikleri”nden ve bunun hayata yansımalarından söz ediyorum.
Alın size bir örnek daha...
Eski Taraf yazarı Sevan Nişanyan’ın Peygamber Efendimiz’i aşağılamaya yönelik filmi “ifade özgürlüğü” olarak gördüğünü ve Peygamberimiz’den de hakarete varan saygısız ifadelerle söz ettiğini herhalde biliyorsunuz.
“Tepki”leri de biliyor olmalısınız.
Dün, son olarak Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ tepki gösterdi ve Sevan Nişanyan için dedi ki;
“Yapılan açıklamalar bir fikir ürünü değil, fikri acziyetin ürünüdür...
Küfür ve hakaret hiçbir zaman fikir olamaz.
Ancak hasta ruhlu insanlar bu tür hezeyanlarda bulunabilir.
Geçmişte Ebu Cehil’ler, Ebu Leheb’ler, Peygamberimize karşı çemkirmişti.
Bu çağın Ebu Cehil’leri ve Ebu Leheb’leri de çemkiriyor.
Bu çemkirmeler ne İslâma, ne Müslümanlara, ne Kur’an’a ne de İslâm dinine zarar verebilir.
”
ADAMIN İŞİ DIŞKI ATMAK!
Peki, sormak gerekmez mi;
Sevan Nişanyan’ın, “nefret suçu”na giren bu eyleminin altında ne gibi bir sebep vardır?..
Belki bir çok sebep vardır ama bana göre; bu tavrın altında “hastalıklı ruh yapısı”ndan kaynaklanan “dışkı atma” özelliği vardır.
Bilmem, hatırlar mısınız; 31 Mayıs 2008 tarihli gazetelerde şöyle bir haber vardı:
“Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Sevan Nişanyan’ın kavanoza koyduğu dışkısını eşi Müjde Nişanyan’ın üzerine döktüğü öne sürüldü...
Müjde Nişanyan, eşi Sevan Nişanyan’dan şikayetçi olurken, iddiaya göre olay şöyle gelişti:
İzmir Selçuk’taki evlerinde iki gün önce eşiyle tartışan Sevan Nişanyan; kavanoza doldurduğu dışkısını eşi Nişanyan’ın üzerine döktü...
Neye uğradığını şaşıran Müjde Nişanyan jandarmayı aradı.
Jandarma, evdeki inceleme sonrası karakola götürdükleri çiftin ifadesini alırken, Sevan Nişanyan, ‘Böyle kavgalar her ailede olur’ dedi...
Komşuları, çiftin son günlerde sık sık kavga ettiklerini söyledi.
”
Görüyorsunuz ya;
Adam, “koynuna aldığı karısı”nın üzerine “kendi dışkısı”nı dökecek kadar hastalıklı bir ruh yapısına sahip!..
Söyleyin hele;
Koynuna aldığı bir kadına bile “b.k” atan bir adam, “milletin değerleri”ne ve “inanç”larına karşı hiç saygılı olabilir mi?..
En başta söyledik;
Bazı insanların “öne çıkan özellikleri” vardır...
CHP’nin özelliği “dışkı yedirmek”, Sevan Nişanyan’ın özelliği “dışkı atmak!”
Bunlara ne söylesen boş!..
“Gen”lerinin gereğini yapıyorlar!..
Son tarih 31 Aralık 2012
Başbakan Tayyip Erdoğan, yeni anayasa konusunda “masadan kalkan taraf olmayacaklarını” söyledi ve ekledi ya;
“Süre belli...
Bu yıl sonuna kadar bu iş oldu oldu, olmadı bizi daha fazla meşgul etmesinler...
Yola ondan sonra devam edeceğiz.
”
Erdoğan bunları söyleyince, muhalefetten sesler yükselmeye başladı: “Üzerimize baskı yapıyor...
İki ayağımızı bir pabuca sokmak istiyor...
Bu sözler, yeni anayasa çalışmalarına son vermekten başka bir şey değildir.
”
İyi de, ne yapsaydı Erdoğan...
“Siz çalışmalarınıza devam edin, biz darbecilerin anayasasıyla devam ederiz” mi deseydi?..
Milleti meşgul etmenin ne anlamı var?..
Oturursunuz, tartışırsınız ve bir karara varırsınız...
Acaba ne zaman keyfiniz gelecek, ne zaman bitireceksiniz bu işi?..
“Çıkmaz ayın onbeşi”nde mi, yoksa “kırmızı kar yağdığı” zaman mı?..
Her işin bir başlangıcı olduğu gibi, bir sonu da vardır...
Ve bu millet, sizden “sonuca varmanızı” beklemektedir...
Erdoğan’ın 31 Aralık 2012’yi işaret etmesi de, bir “baskı” değil, “elinizi çabuk tutma” çağrısıdır!..
Unutmayın; “12 Eylül darbecileri” bile sizden hızlıydı!..