Medyatörlerin ifadeleri... İtiraf mı, timsah gözyaşları mı?
Bundan 15 yıl önce... Türkiye üzerinde “kara bulutlar”ın dolaştığı, “zifiri karanlık”tan dolayı kimsenin önünü göremediği, “zulüm”lerin, “baskı”ların, “dayatma”ların ve “yasadışı zorbalık”ların ülkenin her yanını sardığı günler...
Öyle karanlık günler ki;
“Dağlar”da yol kesip, gelip-geçenin nesi var, nesi yoksa gaspeden “eşkıya” dönemi kapanmış, onun yerine “gençlerin istikbalini gaspeden” ve dağlarda “Kur’an kursu avı”na çıkan “kravatlı eşkıya” dönemi başlamıştı!..
O günler;
“Başörtülü öğrenciler”in üniversitelere alınmadığı, İmam Hatip lisesi ve meslek lisesi öğrencilerinin de “katsayı adaletsizliği” sebebiyle üniversitede okuyamadığı, bu adaletsizliği protesto eden öğrencilerin incecik bileklerine “kelepçe” takıldığı ve yine aynı öğrencilerin, birer “kedi veya köpek yavrusu” muamelesine maruz kalıp, bulundukları ilçelerden kilometrelerce ötedeki başka ilçelere götürülüp, orada bırakıldığı, sırtlarında “sopa”ların kırıldığı günler...
Ya iş adamları?..
“Yeşil sermaye”ye mensup iş adamı denilerek “geceyarısı operasyonları” ile yataklarından kaldırılan, “gözaltına” alınan, “işkence”lere maruz kalan ve sonra da tutuklanıp “zindan”lara atılan iş adamları... “Kebapçı”ların ve hatta “kokoreççi”lerin bile “irticacı” denilerek “kara liste”lere alındığını zaten biliyorsunuz...
EN BÜYÜK İHANET!
Daha nice örnek...
Bütün bunlar, ellerinde ve bellerinde “silah” bulunan, rütbeleri “general” olan “bir kaç cuntacı” ve o günlerde “terminatör” görevi üstlenmiş “medyatör”ler tarafından yapılıyordu.
Cuntacı generaller, “tasma”larını ellerinde tuttukları gazetecilere “Saldır Co!” emrini veriyor, onlar da, önlerine atılacak “kemik” hatırına saldırıyorlardı...
Uzun lâfın kısası;
Cuntacılar, medyatörler ve yargıçlar tarafından; millete ve inançlarına karşı, “topyekün savaş” yürütülüyordu.
Hiç kimse kusura bakmasın;
O süreçte, hiç kimse “masum” değildi... En az “cuntacı generaller” kadar “embeddet gazeteciler” ile “brifingli yargı” ve “STK’lar” da suçludur!..
Bu dörtlü, Türkiye’yi öyle bir karanlığa, öyle bir badireye sürüklemiştir ki; “sadece ekonomik zarar”ın “300 milyar dolar” olduğu tesbit edilmiştir!..
Hele düşünün bu “300 milyar dolar”la neler yapılırdı?.. O parayla; “okul”undan “hastane”sine, “yol”undan “fabrika”sına kadar, her şey yapılırdı!..
Uçardı Türkiye, uçardı!..
Sadece bu açıdan bakılsa bile, “28 Şubat Darbesi”nin, bu ülkeye yapılmış “en büyük ihanet” olduğu kendiliğinden ortaya çıkar... Ve tabiî; “vatansever” pozlarına bürünen kimilerinin, nasıl birer “vatansatar” oldukları da!..
Var mı aksini iddia eden?..
KİM, KİMİ KIŞKIRTTI?
Biliyorsunuz, “Bin yıl sürecek” denilen o süreçte; askerler “medya”yı, “yargı”yı ve TOBB, TİSK, TESK, DİSK, Türk-İş gibi kuruluşları tepe tepe kullanmışlardı.
Hele medya!..
Hatırlayın o başlıkları;
“Topyekün savaş!”
“Refah bunalımı!”
“Paşa paşa imzaladı!”
“Refah’a 3 uyarı!”
“Ya uy, ya çekil!”
“Gerekirse silah bile kullanırız!”
“Laiklik uyarısı!”
“Hoca yine ateşle oynuyor!”
Ve bugün “Başbakan” olan Tayyip Erdoğan için atılan başlıklar;
“Siyasi hayatı bitti!”
“Muhtar bile olamaz!”
Bu başlıkların kim, neresindeydi?.. Bu başlıkları “generaller” attırıyor, sonra da gereğini mi yapıyorlardı, yoksa bu başlıklarla, gazeteler askeri mi kışkırtıyordu?..
Bence, her ikisi de!..
Hatta, her üçü de!..
Öyle ya;
“Brifingli yargı”yı da unutmayalım!..
Sonuçta;
Refah Partisi Genel Başkanı merhum Necmettin Erbakan’ın, DYP ile kurduğu “Refahyol Koalisyonu” yıkıldı.
“Yıkım müteahhitleri”nin arasında, elbette “siyasiler” ve “İstanbul sermayesi” de vardı... Bu sermaye mensuplarından birinin, “DYP’nin altını oymak” için bazı milletvekillerini ayarttığı ve onlara “20 trilyon” civarında para dağıttığı, o günlerde çok konuşuldu...
Bence; sırf “Koalisyonu yıkmak” için DYP’den ayrılan ve daha sonra Hüsamettin Cindoruk liderliğindeki DTP’ye transfer olan milletvekillerinin “malvarlıkları” da incelenmelidir!..
Uzun lâfın kısası;
“İstanbul-Ankara ortak yapımı entrikalar”la hükümet dağıldı ve Türkiye “şeriat tehlikesi”(!)nden kurtuldu!..
Elbette “laiklik” de kurtuldu!..
Anlayacağınız;
Yorgan gitti, kavga bitti!..
Ama, “300 milyar dolar” da buharlaşıp, birilerinin ceplerine girdi!..
İTİRAF MI, NUMARA MI?
15 yıl sonra bugün, işte o süreç masaya yatırıldı... TBMM Muhtıraları ve Darbeleri Araştırma Komisyonu, bir süredir “süreçte rol oynayan” kişilerle konuşuyor, onların “tanık”lığına başvuruyor.
O süreçte “aslan” kesilenler, bugün “süt dökmüş kedi” uysallığında ifadeler veriyorlar, “itiraf”larda bulunup, “pişmanlık”larını dile getiriyorlar!..
Önceki gün Ertuğrul Özkök, Fatih Çekirge ve Mehmet Ali Birand gibi isimleri dinleyen Komisyon; dün de sürecin medya patronları olan Aydın Doğan, Dinç Bilgin, Turgay Ciner, Mehmet Emin Karamehmet ve Zafer Mutlu’yu dinledi.
Hiç şüphe yok ki;
Bu gazeteciler ve medya patronları, attıkları yalan-yanlış manşetler ve dezenformasyon içerikli yazılarıyla 28 Şubat sürecinde askeri müdahaleye zemin hazırlayıp, seçimle iş başına gelmiş Refahyol’a görevden el çektirilmesi sürecinde aktif rol oynamışlardı.
Şimdi, Mehmet Ali Birand gibiler itirafta bulunup, diyorlar ki;
“Askerleri medya olarak biz kışkırttık. Kimse bunun aksini söyleyemez. Aptalca bir şey yaptık. Kimse bize ‘Darbeye zemin hazırlamak için manşetler atın’ demedi. Demesine de gerek yoktu, çünkü biz zaten hazırdık buna. Medyası, sivil toplum örgütleri ve yüksek bürokrasi, hepimiz o dönem suç işledik. Tek bir kişi ‘Ben suç işlemedim’ diyemez. Bu verilmeden alınmış bir görevdi aslında. Hata yaptık, keşke yapmasaydık.”
Mı acaba?..
Birand, bu “hata”yı tekrar yapar mı, yapmaz mı bilmem... Ama, adım gibi eminim ki; bugün “pişman” olduklarını söyleyen bazı isimler, yarın “uygun zemin” bulurlarsa, “ilk fırsatta” yine harekete geçerler ve “cuntaya tetikçilik” yaparlar!..
Yapmazlarsa namerdim!..
Bakmayın bugün “itiraf”ta bulunduklarına, bakmayın “Pişmanım” dediklerine, bunların çoğu “oynamakta” ve “timsah gözyaşı” dökmektedir.
DİNÇ BİLGİN SAMİMİ GİBİ
İçlerinde, elbette “samimi” olanlar da var ama çoğu “martaval” okuyor, “paçayı kurtarabilme”nin yollarını arıyor!..
Öyle ya;
Bu iş, sadece “komisyonda ifade” vermekle kalmayacak... Bunlar “rapor” haline getirilip, “tarihe not düşülecek!”
Tabiî, bununla da kalmayacak... Savcılar, bu raporlara bakıp, “soruşturma” başlatabilir ve bazı “tanık”ları “sanık” sandalyesine oturtabilir!..
Bir süre sonra; “cuntaya tetikçilik” yapan bazı gazetecilerin, tetikçiliğini yaptıkları generallerin yanına gönderildiğini duyarsanız, hiç şaşırmayın!..
Hiç şüpheniz olmasın ki; “üzüntü” ve “pişmanlık” ifade eden bazı gazetecilerin “asıl korkusu” budur!..
Size bir şey söyleyeyim mi;
Komisyon’a dün ifade veren gazete patronlarından Dinç Bilgin’in söylediklerini “doğru”, tavrını da “samimi” buldum.
Neden mi?..
Çünkü Dinç Bilgin, ortada henüz fol yok, yumurta yokken çıktı ekranlara ve hem “bazı olayların iç yüzünü” hem de “hatalarını” anlattı.
Aslında, dün Komisyon’a verdiği ifade ile, 5-6 yıl önce televizyon ekranlarında söyledikleri aynı şeylerdir.
Meselâ, dün demiş ki;
“28 Şubat’a giden günlerde 4 ulusal ve bir yerel gazete, 40 yakın dergi ve 2 ulusal televizyon kanalının sahibiydim... Talihsiz bir bankacılık serüveni yaşadım... 2001 yılında tutuklandım... 2000 yılından sonra bütün mal varlığımı kaybettim...
28 Şubat dönemine gelinen günlerde Türkiye’nin en büyük iki basın kuruluşundan birinin patronuydum... Büyük servetim, her şeyim vardı... 28 Şubat sonrasında hiçbir şeyim kalmadı.
O döneme gelmeden önce basında inanılmaz güçlü bir rekabet sürüyordu. Doğan ile benim grubum arasında promosyon savaşları vardı. Bu iş siyasi arenaya da sirayet etti. Grup olarak DYP’ye destek olduk, Doğan Grubu da ANAP’a... Basının işlevi o tarihte bozulmaya başladı. Bir gazetenin dağıtımını yapmaktan vazgeçtiğimiz doğrudur; Akşam gazetesi... Büyük televizyon promosyonu vardı. Biz mali sorumluluk altında kalmamak için almadık. Bunun siyasi yönü yok.”
5 MİLYON DOLARA TRANSFER!
Komisyon üyelerinin; “Medya patronu olarak banka işlerine niye ve nasıl girdiniz?.. Etibank’ta generallere niye görev verdiniz?.. Medya grubunuzda çalışan gazeteciler, niye yüksek ücretlerle transfer oldular?.. Zafer Mutlu nasıl gazete sahibi oldu?” şeklindeki sorularına, Dinç Bilgin şöyle cevaplar vermiş;
¥ “O dönemde bankası olmayan gazete patronu yoktu... 28 Şubat’ta banka sahibi olmadım, ondan çok sonradır. İhaleyi alan da ben değildim. Güneş Taner pek doğru bilgi vermemiş. Ben sonradan ihaleyi alan Cavit Çağlar’a, büyük hata yaparak ortak oldum. Bankasının kötü durumda olduğu bana söylenmedi.”
¥ “Etibank’ta Vural Beyazıt vardı, başka generaller yoktu. Rasyonel, akılcı bir gerekçe söyleyemem. Vural Beyazıt, rahmetli Ercan Arıklı’nın dostuydu, onun tavsiyesiyle yönetime aldık. Zamanın ruhu o tarihte farklıydı. Hataydı bana göre...”
¥ Fatih Çekirge’nin transfer ücretinde abartı var ama doğrudur... Kıyasıya rekabet halindeydik. Grup olarak büyümüştük, büyük reklam gelirlerine varmıştık. Büyük İstanbul sermayesi de bizim rekabetimizden hoşlanmıyordu; ‘Oturup konuşun, kavga etmeyin, uslu çocuk olun’ diyorlardı. Ben yaramaz çocuktum. Manşetleri ortak atma, önceden hazırlama olmadı. Ama rekabeti durdurduk. Fatih Çekirge Ankara temsilcimizdi; Uzanlar gazete çıkarınca oraya geçmek istedi. Geçmemesi için maddi imkân sunduğumuz doğru... Çekirge söylenenin çok üstünde bir rakamla transfer oldu... Benim duyduğum 5 milyon dolardı.”
¥ “En büyük talihsizliğim Etibank’tır. Bir gece Cavit Çağlar beni aradı, aramız da o zamana kadar iyi değildi, ‘Etibank’ı aldım, ortak olmanı istiyorum’ dedi. Kendisine, ‘Benim uykumu kaçırma’ dedim, sonra o hikayeyi unuttum. Gazetede söylediğimde ‘Aman patron yapalım’ dediler. Burnumuzu soktuk.”
¥ “Garip bir Türkiye olmuştu... Özelleştirmeler yapılıyordu, elektrik dağıtımında Trakya bir medya grubuna, Bursa bir başka medya kuruluşuna veriliyordu, kamu kaynakları böyle veriliyordu. Medya kuruluşları kamu ihalelerine girip alıyorlardı...”
Bilgin, “O dönemde maddi durumu en iyi olan sizdiniz. Sizi basındaki birlikteliğe iten kuvvet neydi?” sorusuna da şöyle cevap vermiş: “Komisyonun araştırdığı kuvvet o... Sorumluluğu başkasına atamam... Rahat etmek, daha çok Avrupa’ya gitmek, teknelere binmek... Tehditlerden uzak kalmak da var.”
Dedim ya; Dinç Bilgin’in ifadeleri, bana “samimi” geldi... Söylediklerinde de “doğruluk” payı yüksek...
Artık, Dinç Bilgin de biliyor ki;
“Helâl” kazanca “haram” karıştırınca, onun “bereketi” olmuyor!..
Peki, Dinç Bilgin, “ceketini alıp gittiği” medya dünyasına geri dönse, “aynı hataları” tekrar eder mi?..
İşte ona kefil olamam!..
Diğerlerine de olamayacağım gibi!..
Beşli Çete!
Bugün 25-30 yaşlarında olanlar gayet iyi bilir...
“28 Şubat Süreci”nde TOBB, TİSK, TESK, DİSK ve Türk-İş’ten oluşan bir “Beşli Çete” vardı ve bunlar Türkiye’nin uçuruma sürüklenmesinde büyük rol oynadılar.
Bu “Beşli Çete”, elbette sadece “iş dünyası” ile de sınırlı değildi... Cuntacı generaller de “Beşli Çete” oluşturmuşlardı...
Aynı çete “yargı”da da vardı, “medya”da da!..
Türkiye’nin istikametini bu “çete”ler belirliyor, her kararı onlar veriyorlardı... Sonunda, Türkiye’yi duvara toslattılar ve sadece ekonomide “300 milyar dolarlık zarar”a yol açtılar...
Ne enteresan değil mi;
Türkiye’yi felâkete sürükleyen nasıl ki “Beşli Çete”dir, dünyayı felâkete sürükleyen de “Beşli Çete”dir iyi mi?..
Ama, bu “Beşli Çete”yi oluşturanlar, Türkiye’deki gibi “STK’lar” değil, ABD, Rusya, Fransa, İngiltere ve Çin gibi “BM Güvenlik Konseyi”nin daimi üyeleri!.. Maalesef dünyanın gidişatına da, bu “Beşli Çete” karar veriyor...
Ama, hiçbir kararları da doğru ve adil değil!..
Korkarım ki;
Türkiye’yi uçuruma götüren “Beşli Çete” gibi, “BM’nin Beşli Çete’si” de dünyayı felâkete sürükleyecek!..