Üzgünüm, özür dilerim, hadi bana eyvallah
Dün Mecliste 28 Şubat sürecinin en önemli aktörleri; medya patronları dinlendi.
Topu taca attılar, nostaljik hikayeler anlattılar.
Aydın Doğan, Dinç Bilgin, Zafer Mutlu, Mehmet Emin Karamehmet, Turgay Cinerin anlattıklarından benim anladığım şu: Biz patronuz, işlere karışmayız. Biz yapmadık elemanlarımız yaptı...
Elemanlardan da timsah gözyaşlarını andıran itiraflar...
M. Ali Birand: Askeri medya olarak biz kışkırttık. Kimse bunun aksini söyleyemez.
Yavuz Donat: Medya olmasa darbe olmazdı.
Fatih Çekirge: O dönemde verilen brifingler herkesin gözü önünde cereyan etti.
Ertuğrul Özkök: Pişmanım, yaptığım o haberlerden utanç duyuyorum. Yargılama sonucu başka şekilde çıkarsa elbette çıkar özür dilerim...
Ne güzel değil mi?
25 kuruşa simit...
Meşru bir hükümete yoğun baskıyla görevden el çektiriliyor.
Sonra Üzgünüm, özür dilerim hadi bana eyvallah...
Özkök, O askeri brifinglerin olağan olduğunu iddia edemeyiz. 28 Şubat süreci boyunca hiçbir askerden şu şekilde manşet yapın diye talimat almadım. Güven Erkayanın Bu defa silahsız kuvvetler halletsin şeklindeki manşete taşınan ifadesi aslında demokrasi açısından bir sorun teşkil etmez dedikten sonra ifadesini şöyle tamamlıyor: Hayatımı yaşıyorum, geziyorum. Allah bana bu imkanları verdi. Artık sorumluluk taşımak istemiyorum.
Oh ne ala...
28 Şubat Darbesinin bu ülkeye maliyeti belli.
Türkiyenin en büyük partisi kapatılıyor.
Bankaların içi boşaltılıyor.
Kuran Kurslarına, İmam Hatiplere pranga vuruluyor.
Başörtülülere bu ülke dar ediliyor.
Ülkesine hizmet etmekten başka hiçbir gayesi olmayan rahmetli Erbakan Hocaya kan kusturuluyor.
Daha ölmeden mezara gömülüp bir daha kalkmasın diye üzerine beton dökülüyor.
Dönemin Refahlı belediye başkanları cezaevlerine konuluyor.
Örneğin cezaevine konulan Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldızın aktardığı şu ifadeler hiç aklımdan çıkmıyor: Ne yapmıştık da cezaevine koydular bizi? İçişleri Bakanlığı anında görevden aldı beni. Bugün bana yapılanların binde biri devletin hazinesinden aldığı yardımları PKKya aktaran BDPli belediye başkanlarına yapılmadı.
Önceki gün Tezkerenin kapalı bölümünü fırsat bilerek komisyonda önce Birandı, ardından da Hilmi Özkökü dinledim.
Paşanın komisyon üyelerinin sorusu üzerine Vakit gazetesine açılan 312 General Davası ile ilgili aktardıkları bile her şeyi anlatmaya yetiyor.
Elbette bu yapılanların hukukta bir karşılığı vardır.
İtiraflardan öyle anlaşılıyor ki; o süreçte medya içerisindeki silahsız kuvvetler, Ordu içerisine yuvalanmış bir kısım silahlı kuvveti darbeye azmettirmiş...
Ama maalesef Rövanşist olmayalım korosu ortalığı yıktığı için 28 Şubat yargılama sürecinin baskı altına alındığını üzülerek izliyoruz.
Bir yargı süreci olmadan, işlenen suçlar, suçlular ortaya çıkartılmadan, kamuoyunun vicdanı rahatlatılmadan Bin yıl sürecekti 10 yıl sürmedi lafları hikaye gibi geliyor bana.
Rövanş meselesi de ayrı bir hikaye... 28 Şubatta cebren, devletin güvenlik görevlileri kullanılarak başörtülü kızlarımızın başları açıldı, açmayanlar okullarından atıldı, kamudan tasfiye edildiler.
Şu an tek bir kadının başı zorla örtülüyor mu; başını örtmediği için üniversiteden atılıyor ya da kamudan tasfiye ediliyor mu?
Rövanş dediğin budur. Hiç kimsenin bunu yapmaya niyeti de hakkı da elbette yok. Ama hâlâ kamuda başörtüsü yasakken kimse çıkıp da 28 Şubat bitti diye hikaye anlatmasın.
Maliyet ve mağduriyeti bir tarafa bırakalım...
Eğer adalet özürle telafi edilebilecekse Özkök ve avanesi hiç durmasın kalan ömürlerinin tümünü özre adasınlar...
Hak yerini bulmuş, adalet tecelli etmiş olur mu?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.