Filozofi Üniversiteleri
YÖK her ne kadar büyük bir heyecanla yeni bir kanun hazırlığına girmiş ve teklifleri kamuoyuyla paylaşmışsa da, eskinin zihniyet yapısını yansıtmaktan öte bir şey ifade etmeyen tekliflerle karşılaşınca, hayal kırıklığına uğramadık desem yalan olur. Ama her şeye rağmen, bir değişim sürecine girmişken, bir teklif de ben yapayım.
Yeni kanun tartışmalarında, üzerinde durulan hususlardan biri de üniversitelerin kategorize edilmesi. Yani eğitim üniversiteleri ile araştırma üniversitelerinin ayrılması. Fikir olarak güzel ama uygulama şansı sıfır olan bir teklif bu. Mevcut üniversitelerin hiç birisini bu kategorilere ayırmak mümkün değildir.
Gelin, mevcut üniversiteleri kategorize etmekten vaz geçelim ve üç büyük şehirde, üç “Filozofi Üniversitesi” kuralım. Bu üniversitelerde, sadece filozofi ve filozofiyi destekleyen bölümler olsun. Başta filozofiye yönelik soyut matematik ve fizik olmak üzere, sosyoloji, edebiyat, felsefe, psikoloji, hukuk, müzik, doğu ve batı filolojisi, teoloji, siyaset bilimi alanlarında eğitim-öğretim ve araştırmaların yapıldığı üniversiteler kuralım. Tabii, bu bölümler, gözü açılmamış sığırcık kuşuna benzetilen öğrencilere statik bilgilerin dayatılıp “Yerseniz!...” dendiği bölümler olmamalı.
Filozofi üniversitesinde ipini koparan biri akademisyen olamamalı… Bu üniversitelerde, hayatı değiştirme amacı olan ve bunu hem bireysel hem de akademik hayatında sergileyen insanlar akademisyen olmalıdır.
Ya öğrenciler?...
Bu üniversitelere, “çoktan seçmeli sistem” tipi “homo-testus” çocukları değil, özel mülâkatla öğrenci alınmalı ve bu üniversitelere gelecek endişesi taşımayan, sadece düşünmeyi ve üretmeyi ilke edinmiş öğrenciler alınmalı. Tabii, binlerce değil… belki iyi niyetli bir tespitle birkaç yüz öğrenci alınmalı. Hatta ben olsam taa baştan, “Gelecek garantisi için değil, sadece düşünmek için gelen gelsin!...” diye ilan ederim ki abur-cubur öğrenci de gelmesin.
“Hocam, o kadar yatırım birkaç yüz genç için yapılır mı?” diye soracaklar vardır. Bunlar, her şeyi sayısal olarak gören ve Antoine de Exupery’nin Küçük Prens’te eleştirdiği insan tipine girdiği için, cevap vermeye bile değmez. Çünkü bu tür insanlar, özel yatırım yapılmadığı için, yüz binlerin içinde heba olup giden değerlerin farkında değildirler. O yüzden, yazıdaki karakter hakkımızı bu tür insanlar için harcamayalım.
Filozofi üniversiteleri, esnek ve özgür üniversiteler olmalı. Mevcut müfredat anlayışı ve sistem, bu üniversitelerin semtine uğratılmamalı. Akademik yöneticileri, kendilerini aşmış, bilgiden başka hiçbir şeyi hedeflemeyen akademisyenlerden oluşmalı. Orada, rektörlük, dekanlık, bölüm başkanlığı kavgaları olmamalı. Yani, mahviyetkâr kadrolar görev almalı.
Bu üniversiteler, “Kaç” sorusunun değil, “Ne” sorusunun sorulduğu üniversiteler olmalı. Yani, nicelik değil, nitelik peşinde koşan üniversite olmalı bunlar.
Başta “üç büyük şehir” dedim. Bu üç büyük şehir, İstanbul, Ankara ve Konya olmalı. İstanbul’da “Cemil Meriç Filozofi Üniversitesi”, Ankara’da “Hacı Bayram Filozofi Üniversitesi”, Konya’da da “Mevlânâ Filozofi Üniversitesi” adlarıyla kurulmalı bu üniversiteler.
Aşağılık kompleksinden bir türlü kurtulamayanlar ve bir şey yapmak için iz arayıp iz açmak için uğraşmayanlar, “Bunun dünyada örneği var mı?” diye soracak. Biliyorum var böyleleri ve sayıları da çok. (Ben bilmez miyim malımı?...)
Hadi!… Gelin!... Yeni bir iz açalım… Çünkü Türkiye’nin fikrî ve irfanî kurtuluşu bu izden geçer.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.