Sicilimdeki “kara leke!..”
Hayatımın “kara sayfası” yeniden önümde…
Bir “hata” yapmaya görün…
Ya da…
Size gönül verenlerin “tepkisini” çekecek bir icraata imza atmaya görün…
Döner döner çıkar karşınıza....
İşte;
Ergenekon İddianamesi; zamanın Başbakan’ı müteveffa Ecevit’e yönelik darbe girişimini ifşa edince…
Bizim de bir “kabahatimiz” geldi gündeme…
İnternet medyasından arkadaşlar arayıp;
Komployu deşifre etmek suretiyle, Ecevit’in büyük bir beladan kurtulmasına vesile olduğumuzu hatırlattılar…
Şakayla karışık;
“Bu günahımızı yapacakları haberle bilmeyenlere de duyuracaklarını” belirttiler!..
Olan biteni gizlemek mümkün değilse…
Yüzleşelim geçmişimizle…
Efendim; Ecevit’in “Ergenekon darbesine” maruz kaldığı doğrudur…
Bu; “girişim”le filan sınarlı kalmış değildir… Darbe yapılmıştır…
Bu darbenin esas sebebi de…
Ecevit’in; “İsrail adeta soykırım yapmaktadır!..” vecizesini ağzından kaçırmış olmasıdır…
Buradaki “soykırım” lafına bilinen sebepten dolayı olağanüstü hassasiyet gösteren Amerika’daki Yahudi kuruluşlarının, “Gör başına neler gelir!..” makamında açıklamalar yaptıklarını biliyoruz!..
Ecevit nasıl olsa giderdi…
Lâkin, İsrail’i soykırımcılıkla suçladığı için…
“Sürüne sürüne gitmesi” gerekliydi!..
Şimdi, geldik “hastalık” mevzuuna!..
O günlerde, Yahudi Lobisiyle bağlantıları güçlü olan “İbrani” Prof. Mustafa Erdoğan Sürat’la zaman zaman görüşürdük…
Bir gün…
Aradı bizi ve…
“Ecevit’in hastalandırıldığını, yanlış tedaviden dolayı ölüme sürüklendiğini” söyledi…
Sevmezdik Ecevit’i… Merve Kavakçı Hanımefendi’nin şahsında İslâm’ı hedef alırken sergilediği çirkin tutum; bu duygumuzu adeta “nefrete” dönüştürmüştü… Kızıyorduk… Bundan dolayı da…
İsmini anmamaya; çok gerektiğinde Kara-oğlan olarak bahsini etmeye çalışıyorduk…
Lâkin habercilik işte;
“Eden bulur, çeksin cezasını!..” diyemedik…
Ve Mustafa Erdoğan Sürat’ten bir dolu tıbbi terimin yer aldığı “raporu” istedik…
Sürat, uygulanan ilaçlarla dozları sıralıyor ve özetle, “Bu uygulamaya maruz kaldığınızda kemikleriniz tebeşir gibi dağılmaya başlar, vücutta su birikir, kalp yetmezliğine uğrarsınız. Beyinde ödem oluşur, beyniniz sulanır!..” diyordu…
Teşhisle yetinmemesi;
Kalsiyum, magnezyun, fosfor, flor, vitamin kürlerinden oluşan bir “beslenme” programıyla ve Köy-kent ferahlığını yaşatacak bir ortamda, “iki ayda düzeltme garantisi” verişi de ilgimi çekmişti…
İşte efendim; böyle iddialı bir açıklama gelince…
Okuyucularımızdan yükselebilecek tepkileri göze alıp;
“Rahşan Hanım’a bir mesaj” başlığı altında yazıverdik…
Kocasını bir an evvel “kurtarmasını” tavsiye eden Sürat’in cep telefonu numarasını bile ekledik;
1 Haziran 2002 tarihli Vakit gazetesinde neşrolunan o makalemize…
Biz yazdık…
Pek ilgi gösteren olmadı…
Ecevit’in durumu da, yazdıklarımızı doğrularcasına her geçen gün kötüleşti… Ve günlerden bir gün… O yazının neşrinden 20 gün kadar sonra…
Durumun ümitsiz bir hal almaya başladığını görmüş olmanın tahrikiyle olsa gerek;
Rahşan Hanım’ın ekibinden bir arkadaş, Prof. Sürat’i makalemizdeki telefon numarasından rahatsız etmiş…
Ve “randevu” almış…
Hanımefendi’nin selamını ileten bu zat; “raporu” istemiş…
Sürat de…
Karşısındakinin kim olduğunu bilmediğinden; içeri geçmiş ve Rahşan Hanım’ın “makamını” aramış…
“Ekipte böyle bir arkadaşın olup olmadığını ve kendisinden rapor istemesi için görevlendirilip görevlendirilmediğini” sormuş…
5 dakikalık beklemeden sonra “olumlu” karşılık gelince…
Tespit ve tavsiyelerin yer aldığı raporu olduğu gibi teslim etmiş…
Sürat’in üzerinde durduğu tavsiyelerden biri de;
“Ecevit’in derhal oradan alınması…
Mümkünse, Rahşan Hanım’dan başka hiç kimseyle görüştürülmemesi…
Hatta; hemşirenin bile içeri alınmaması”ymış!..
Sonrasını galiba biliyorsunuz:
Rahşan Hanım, kocasını eve aldı…
Hemşireyi bile eve almadı…
Hastanın bütün bakımını üstlendi;
Alt değiştirmeden tırnak temizliğine, tıraşına kadar…
Ve tabiî…
“Rapor”da yer alan beslenme programını da kendi elleriyle uyguladı.
Peki…
Orada bunlar yaşanırken…
Ergenekon takımı ne yapıyordu?..
“Planın” deşifre olmasına fena halde bozulan Ergenekoncularla, medyadaki uzantısı olan “bir”ileri…
Bülent Ecevit’in, karısı yüzünden pisliğe, sefalete mahkûm edildiğini filan yazıyorlardı…
Bu yazıların gazetelerinin manşetlerine çekilmesi de, bunun “organize” ya da “ergenekonize” bir vaziyet olduğunu düşündürüyordu…
Derken…
Bütün bunlar yaşanırken;
Mustafa Erdoğan Sürat yine aradı bizi…
Ve; “Müjde!” dedi;
“Senin Kara-oğlan iyileşiyor. öyle tebeşir gibi en küçük bir temasta dağılan bir kemik yapısı yok artık. Derin devletin uzantısı olan yazarlara bak, nasıl da zıplıyorlar!.. Başına bir kaza gelmezse yıllarca yaşar… Hatta, görürsün bak, birkaç hafta öncesine kadar bir dokunuşta kırılan kemikleriyle, 1-2 ay sonra kürsü bile yumruklar!..”
Evet;
Ben o gün…
Sürat’in raporuna köşemde yer vermek suretiyle, Ecevit’in kurtulmasına vesile olmuştum!..
Ve bundan dolayı da, Ecevit’e haklı olarak ateş püsküren sevgili okuyucularımın sözlü taarruzlarına maruz kalmıştım!..
Ecevit’in gitmesi halinde çok şeyin düzeleceğini düşünüyorlardı…
Ve de;
Onun bu başına gelenleri çoktan hakkettiğini savunuyorlardı…
Bense;
“İsrail güdümlü derin devletin, günü geldiğinde evlatlıklarını bile harcamaktan çekinmeyeceğini göstermek istedim!..” diyerek savunmaya çalışıyordum kendimi;
İnanan çıkacakmış gibi!..