Alışıyor muyuz ne?
Önce Leyla Zananın, TBMM kürsüsünde Kürtçe yemin etmesiyle şaşırdık...
Zana, 1991 genel seçimlerinde, Sosyal Demokrat Halkçı Parti listesinden Diyarbakır milletvekili seçilmiş, sıra yemin etmesine gelmişti...
Başında, Kürt bayrağının renkleri olarak tanımlanan (aslında ise Sultan II. Abdülhamidin kurduğu Hamidiye Alaylarının birinin komutanına gönderdiği flamanın renkleri olan) bir bantla kürsüye çıkınca, ortalık karıştı...
Daha sonra Merve Kavakçıya yapılacak olan hakaretlerin envai çeşidi yağmaya başladı... İki milletvekilinin arasında, ortak iki noktaları vardı: İkisi de kadındı ve ikisi de başlarına, devlet ideolojisiin onaylamadığı farklı simgeler vardı: Zinhar, Meclisten kovulmalıydılar.
Üstelik Zana, Türkçe başladığı milletvekili yeminine Kürtçe devam etmez mi?.. Kıyamet koptu!.. Öyle ya: Her sabah, Varlığım Türk varlığına armağan olsun diye yemin ettirdiğimiz; Güneş Dil Teorisi çerçevesinde, Tüm dillerin Türkçeden türediğini öğrettiğimiz; Kürt yoktur; bölgeye fazla kar yağdığı, her yerin buz tuttuğu, buzun üstüne bastıkça kırıldığı, kırılırken kart-kurt sesleri çıkardığı, bu yüzden bölge halkına kart-kurtun Kurtundan bozma Kürt dendiği, aslında Kürt denen halkın dağ Türkleri olduğu yolunda beyinlerini yıkadığımız ve kendini inkâra zorladığımız çocuklardan biri kalkmış, ezberimizi bozmuştu: Ben Kürdüm, anadilim de Kürtçe deyivermişti.
Devletin ideolojik refleksi hemen devreye girecek, süreç işleyecek ve beş milletvekili arkadaşıyla birlikte, Zana, başından bastırıla bastırıla gözaltına alınacaktı.
Ama sonra aynı devlet o renklere de (rengin ne suçu var?), Kürtçeye de alışacaktı. Hatta TRT Şeş diye Kürtçe yayın yapan bir resmî kanal açacak, bazı üniversitelerde de Kürdoloji Kürsüsü kuracaktı.
Peki, onca baskı ve zulüm neden yapılmıştı?
¥
1989 yılında Halkın Emek Partisi (HEP) adıyla bir Kürt Partisi kurulunca, ideolojik devlet refleksi yine devreye girip sert tepki gösterdi: Bölgesel parti istemezük! dediler. HEP, bir punduna getirilip (hep bir punduna getirilir zaten) kapatıldı... Ama yerine ÖZEP (Özgürlük ve Eşitlik Partisi) kurulması (25 Haziran 1992) engellenemedi... Kurulması engellenemedi ya, bir başka biçimde o da engellendi: 1993te kapatıldı...
Ama bu kez de ÖZDEP (Özgürlük ve Demokrasi Partisi) kuruldu... İdeolojik devlet yine harekete geçti: kapatma davası açtı. Ne var ki, ÖZDEP kurucuları bunu tahmin etmişler, kapatma davasının sonuçlanmasını beklemeden, 30 Nisan 1993te fesih kararı almışlardı. Ama bu karar Anayasa Mahkemesinin umurunda değildi, ille de kapatacaktı: Fesih kararının mahkemeye ulaşmadığını iddia ederek, onu da kapattılar.
İdeolojik devlet, Feshedemezsiniz, ille de ben kapatacağım, çünkü güç bende!.. mesajı veriyordu...
Ardından kurulan DEP (Demokrasi Partisi), HADEP (Halkın Demokrasi Partisi), DEHAP (Demokratik Halk Partisi) aynı akıbete uğradı. Kapatılanların yerine kurulan BDP (Barış ve Demokrasi Partisi) ise henüz devam ediyor.
İdeolojik devlet, bu işin bu şekilde sonuçlanmayacağını elbette biliyordu, ama sanırım bütün isimlerin bitmesini bekliyordu! Sonunda Kürt liderler partilerine yeni isim bulamayacak ve bu anlamsız yarışta pes edeceklerdi!..
Tabii bu arada Türk demokrasisi, parti kapatma rekorunu da kıracak ve bu şekilde tarihe geçecekti.
¥
Birileri bir gün Sayın Abdullah Öcalan dediğinde, ideolojik devlet hop oturup hop kalkmış, Meclis yine karışmış, Atın bunları dışarı çığlıkları havada uçuşmuştu...
Bir zamanlar kongre salonuna sızan bazı Kürt gençler, Aponun posterini açınca, kolluk kuvvetleri üzerlerine çullanmıştı...
Pazar günkü BDP kongresinde Apo posteri de vardı, Türk bayrağı da, Sayın Öcalan sözü de, Kürt sorununun çözümü İmralıdan geçer söylemi de..
Baktım, eskisi kadar tepki gösterilmedi... Alışıyor muyuz ne?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.