Sürekli Murakabe ve Muhasebe
Tek çare Allah'a iman ve kulluk. İlim, salih amel ve güzel ahlaklı olmaya gayret ve çaba. Bunu kolaylaştıracak arkadaşlıklar ve dostluklar kurmak, geliştirmek ve edebine uyarak sohbet etmek. Seni her bakımdan etkileyen büyüklerin sohbetine ekmek gibi, su gibi devam.
Bütün bunları yaparken kendini sürekli kontrol, sürekli gözetme ve hesaba çekme. Eski tabirlerle murakabe ve muhasebe.
Neyi ölçü alarak?
Kuranı ölçü alarak. Yani onu okuyarak, anlamaya çalışarak kendimizi sürekli Onun hatırlatmasından, sürekli yönlendirmesinden ve sürekli eğitmesinden haz alarak ona yönelmek. Onunla kalbi besleyerek Allaha yönelmek , manen yaklaşıp mukarrep olmak yani. Onunla Allahtan söz dinlemek, vaaz ve nasihat almak. Bilmeliyiz ki Allahtan başka hiçbir şey bizi koruyamaz ve kurtaramaz.
Bunu bilmenin verdiği sekinet, itminan, tevekkül ve tefviz-i ümûr, yani işi Allaha ısmarlamaktır bizi kurtaracak olan. Bu ise kalbiyle, kalbindeki imanla barışık ve mutlu olmaktan geçer. Bunun hilesi olmaz ki? Kendimizi kandırmanın mümkünü yoktur. Başkasını kandırmanın da faydası yok.
İnsan nasıl gerçekse, duyguları, yani sevgileri, yergileri, ümitleri gibi, korkuları da bir o kadar gerçektir. Bunu görmeli ve Allah Teâlânın sevgisi ve korkusu ile (beynel havfi ver reca) yenmeye çalışmalıyız o korkuyu. Laf atmanın gereği yoktur. Kendimizi rezil etmenin de
Bu bir insan gerçeğidir. Bu bir Müslüman endişesidir, sorumluluğudur. Kolay da değildir yani. Asr-ı Saadette bile Müslümanlardan bir topluluk bazı rivayetlerde Mekke'de heyecan ve duygusallıktan kaynaklanan iç tepkileri nedeniyle Allah'ın kendilerine savaş izni vermesini arzu ederler. Fakat Medine'ye hicret ettikten sonra bu topluluğa savaş farz kılınır. Ama verilen tepkiye bakınız:
"Daha önce kendilerine 'savaştan uzak durun, namazı kılın, zekatı verin' direktifi verilmiş olanları görmüyor musun? Şimdi üzerlerine farz kılınınca, onların; Allah'tan korkar gibi ya da bundan daha fazla insanlardan korkan bir grubu, 'Ey Rabbimiz, niye üzerimize savaşmayı farz kıldın, bize biraz daha mühlet tanısaydın olmaz mıydı?' dediler. Onlara de ki: 'Dünya zevki kısa sürelidir. Ahiret ise sakınanlar için daha hayırlıdır. Orada kıl payı bile haksızlığa uğramazsınız." (Nisa suresi, 77)
Ya da Medine'de bazı insanlar var, bunlar Allah katındaki en güzel işin ne olduğunu soruşturup onu yapmak istiyorlardı. Bu eylemin cihad olduğu kendilerine bildirilince bundan korkmuş ve hoşlanmamışlardı!
Bu korkak ve kaçak duruş, bize ders olmalı, gözlerimizin açılması için yeterli olmalıdır.
Bir zamanlar yaralı bir Çeçen komutanı ziyarete gitmiştik birkaç arkadaş. Bizi olduğumuzdan fazla tanıtmışlar ki yaralı mücahit ayakta karşıladı bizi ve çok hürmet gösterdi. Sanırım tevazu göstererek hürmet ve muhabbette bizi geçti. Her ne ise, bir ara ona dedim ki:
Cihat büyük iştir. Her an ölümle baş başa olmak. Oysa biz yaşamak istiyor ve ölümden korkuyoruz. Aklımız ve imanımız cihada niyet et, her an hazır ol diyor ama nefsimiz de korkuyor bundan. Acaba bu korku ile biz gerektiğinde cihada katılmaktan kaçar mıyız? Bu imtihandan nasıl çıkarız? Bunu bilememek, kendime tam güvenememek, içimde acaba nifaktan bir şube mi var bende? fikrini aklıma getiriyor ve çok üzülüyorum. Cihat nasıl bir şey, anlatır mısınız? dedim.
Bakın hocam dedi gazi mücahit, bu duygular çok normal. Herkeste olur. Bizde de vardı. Ama ne zaman ki cihada bilfiil girdik, bu duygular bizde kayboldu gitti. Bir daha aklımıza bile gelmedi. Bu böyledir. Bir kere işin içine girilirse, gerisi çorap söküğü gibi kendiliğimden gelir. Siz de şaşarsınız kendinize. Hiç kendinizi töhmet altına almayınız dedi. Çok sevindim ve inşallah dedim. Allah Teâlâ hepimizi de nifaktan korusun.
Buna katılırım. Bazen dağ gibi gözüken bir işin altına girmekten korkarsınız, bunun altından nasıl kalkrım? diye. Ama bir başladınız mı, gerisi kendiliğinden gelir. İşin zoru karar vermek ve başlamak. Başladıktan sonra korkma artık.
Sonuç itibariyle şunu anlıyoruz: İnsanın psikolojik yönden sürekli olarak desteğe, telkin ve teşvike, direnişe ilişkin öğütlere ve iyi örneklere ihtiyacı vardır. Özellikle zor zaman ve şartlarda, ağır yükümlülükler altına girildiğinde bu tür takviyelere ihtiyacı daha da fazla ve zorunlu hale gelmektedir. Müslüman ancak bu desteklerle yolunda dosdoğru ilerleyebilir. Zaaf anlarına karşı galip gelebilir ve sürekli olarak daha uzak ufuklara gözlerini dikebilirler.
Burada korkulacak bir durum vardır, ona dikkat gerekir muhakkak.
Nedir mi o?
Gelecek yazıda inşallah.